KAÇAK ELEKTRİK... KAÇAK HAC...

Kaçak haccın günah olduğuna dair farklı ülkelerden fetva mercileri açıklamalar yaptılar. 

Sebebini anlamayanlar için kısaca özetleyelim: Kaçak hac yapanlar, esasında başkalarına zarar veren, sıkıntı yaşatan ve onların haklarını gasp edenlerdir.

Ömründe bir defa hac yapma lütfuna erişmiş biri olarak bu meseleyi ve ilgili tedbirleri şöyle anlıyorum.

Hac milyonların buluştuğu bir ibadet. İşlerin düzgün gitmesi iyi bir plana bağlı. Mesela, Arafat'a çıkarken, oradan inerken ya da Müzdelife ve Mina'ya giderken hangi yoldan kaç bin kişi geçecek, bu binler için hangi saat ve dakikalar arasında bir rota planlanacak, onların geçişi esnasında izdiham olmaması için hangi grupların önceden o rotayı boşaltmaları gerekecek? Hangi dakikada hangi tünelden kaç bin kişi geçecek? Arafat'taki bir-iki gün boyunca ya da Müzdelife ve Mina'da kimler hangi çadırlarda kalacak? Çadırların kapasitesi kaç kişi? Hacıları götüren ve getiren otobüslerin kapasitesi kaç kişi? Kurulacak hastane ve sağlık ocaklarının kapasitesi kaç kişi?

İşte bütün bunlar bir plan istiyor. Plana aykırılık olursa maazallah geçmişte olduğu gibi izdihamlar ve hatta ölümler söz konusu olabilir.

Maalesef oraya farklı ülkelerden onbinlerce kişinin kaçak gittiği söyleniyor. Bunlar plan dışı kişiler. Bu kaçaklar, başkalarına tahsis edilmiş ve kapasitesi sınırlı otobüslere binmeye kalkarlarsa, başkalarının çadırlarına dalarlar ve onları sıkıştırırlarsa, geçiş için açık bulundurulması gereken yollarda oturup kalkar ve ambulansların geçişine bile engel olurlarsa, oturmaya ve beklemeye uygun olmayan yerlerde bekleyip buralarda yiyip içer ve çevreyi pisletirlerse bunları yapmak, başkalarının hakkına tecavüz değil midir? Orada resmi yollarla gelen hacıların verdiği paralarla kurulmuş olan hastane ve sağlık ocaklarına gidip parasız muayene olmaya kalkmak, muayene hakkı olmadığı halde muayene kuyruğunda izdiham oluşturmak bir vebal değil midir?

Bütün bunları anlamak ve hac yapayım derken kul hakkına girmemek için en üst düzeyde bir hassasiyete sahip olmak gerekmiyor mu?

Helali-haramı ve kul hakkını önemsemeyenin, hayatını kaçakçılıkla sürdürenin, bindiği otobüsün ve kaldığı çadırın ücretini ödemeyenin, evinde ve bahçesinde bile bir ömür boyu kaçak su ve elektrik kullanmaya alışmış ve kendi masraflarını başkalarının üzerine yıkmayı adet edinmiş birinin, haccı kabul olur mu?

Hele bir de kaçak yollardan hacı götürmeye çalışan, onların parasına göz diken, yüzlerce insanı mağdur edip dolandıranlar varsa, bunların ahirette yatacak yeri olur mu? Öldüklerinde bunları mezar kabul eder mi?


KURBANI, İSTİSMARA KURBAN ETMEMEK

Kurban, bazı dinî grupların, derneklerin ve hatta örgütlerin, kendi yapılarını malî bakımdan güçlendirmek için istismar ettiği mevzulardan biri. Yoksulları gözetmek, arka plana itilebiliyor. Bu tür yöntemler ahlaki değil.

Hayır kuruluşları, cemaatler ve dernekler, söz verdikleri şekilde kurbanları mutlaka usulüne uygun şekilde kesmelidirler. Ayrıca kurban sözleşmelerinde ve afişlerinde, kurbandan elde ettikleri gelirleri nereye harcayacaklarını açıkça belirtmeliler.
Böyle bir açıklama yapmadan mesela, "Afrika'daki muhtaç kardeşlerinle paylaş" şeklindeki bir kurban kampanyasında, masraflar ödendikten sonra, artan paraların tamamının Afrika'daki muhtaçlar için harcanması gerekir. Orada kesilen kurbanları çok ucuza mal edip geri kalan parayı vakfın ve derneğin kasasına koymak, sonra da bu parayı, vekalet veren bağışçıların haberi ve izni olmadan, başka amaçlarda kullanmak, lüks ve şatafata harcamak ahlaki değildir. (Kimi kuruluşlarda toplanan paranın yüzde 30-40'ının bu şekilde kasaya konulduğu söyleniyor.) Böyle bir kurban kampanyası işi ticarete dökmektir. Kurbanda ticaret de yapılabilir ama bunu yardım kuruluşu adı altında yapmak halkı aldatmak olur. Vekalet verenlerin bilgisi ve izninin olmadığı işler yapmak güveni kötüye kullanmaktır.
Kurban organizasyonunu ticaret için yapacak olan, bunu ticari tabela altında yapar ve ticaretinden kendisine kâr kalır. Marketlerin ve bazı hayvancılık işletmelerinin yaptığı kurban organizasyonları böyledir. İşi usulune uygun yaparlarsa elde ettikleri kâr da helaldir.
Kurban organizasyonunu yoksullara yardım kampanyası için yapana ise kâr kalmaz, sevabı kalır. Onun kârı ahirettedir. Örneğin Afrika'daki muhtaçlar için kurban kampanyası yürüten bir hayır kuruluşu, yaptığı masrafları ödemek haricinde kurbandan hiç bir kazanç elde etmiyor ve kurban için topladığı tüm parayı Afrika'daki muhtaçlara harcıyorsa işte asıl olması gereken budur. Bunu yapabilecek, sahabe ahlaklı müslümanlar bu çağda kıt olsa da, var olduğuna inanıyoruz.
Yardım kuruluşu adı altında ticaret yapanlar ise, bağışçılara haber vermeden bunu yaptıkları sürece, dürüstlükleri hep kuşkulu olacaktır.
Hele bir de kurban kampanyası düzenlediği halde kurbanları kesmeyenler varsa ya da dinde yeni kurban türleri icat ederek kendi kuruluşlarına menfaat temin etmeye çalışanlar varsa onlar tamamen dolandırıcıdırlar. Her müslümanın, böylelerine karşı uyanık olması gerekir.



Siz hiç "reklam giderleri için kullanacağız" diye bağış toplayan, zekât, fitre veya kurban parası toplayan bir vakıf/dernek gördünüz mü?

Maksadın daha iyi anlaşılabilmesi için önce bir olayı hikâye ederek başlayalım.

Şeriata Uygun Mu?”

Bir yardım kuruluşunun yetkilileri, parasal konulardaki bazı işlemler için bir katılım bankasına giderler. Kendilerine kolaylık gösterilmesini isterler. Görüşme boyunca, memnun olmadıkları herhangi bir cevapla karşılaştıklarında, arada bir "sizin bu söylediğiniz/yaptığınız, şeriata uygun mu?" diye serzenişte bulunurlar.

Görüşme bittikten sonra, bina çıkışında gayet lüks makam araçları, yardım kuruluşunun yetkililerini beklemektedir. Uğurlamaya banka yetkilileri de gelmiştir. Araçların model ve konforu bankacılardan birinin de dikkatini çekince şaşırmış bir şekilde sorar:

- Bu araçlar sizin mi?

- Hayır, bizim değil, vakfın.

- Peki, vakfın parasını böyle lüks araçlara harcamak şeriata uygun mu?


Hikâye bu kadar. (Yaşanmış bir olaydır.)

Bu olay, dinî hassasiyetleri öne çıkararak faaliyet yürüten bazı sektörlerdeki kimi icraatlar hakkında bizi düşünmeye sevk ediyor.

Özelde yardım kuruluşu hüviyetinde olan kuruluşların, genelde ise halktan toplanan bağışlarla faaliyet yürüten bütün sivil toplum kuruluşlarının, icraatlarında son derece dikkatli olmaları, kuruluş amacına uygun şekilde ve kendilerine teslim edilen paraların bir emanet olduğu bilinciyle hareket etmeleri beklenir. Bu kuruluşlara teslim edilen paraların her biri, belli bir amaçla verildiğine göre o amacın dışına çıkmamaları beklenir.

Yardım Kuruluşlarının Harcama Kalemleri

Zaman zaman bu tür kuruluşlardan bazılarının, gelişigüzel harcamalar yaptıkları, muhtaçlara yardım için toplanan paralarla, mesela Afrika’ya gidecek kurban paralarıyla kendilerine bina aldıkları veya yaptıkları... gibi haberler duyulmakta ve medyaya yansımaktadır. İdarecilerine tahsis edilen lojmanların ve araçların lükslüğü gibi mevzular da dedikoduya sebep olabilmektedir.

Yine neredeyse bütün yardım kuruluşlarının, kendilerini ayakta tutmak, daha fazla yardım toplamak ve kampanyalarını duyurmak için çok yüksek meblağları reklam, afiş, promosyon ve benzeri yerlere harcadıkları, reklam filmlerine akıttıkları duyulmaktadır. İnternet ve sosyal medya, bunların reklamları ve filmleriyle (“sponsorlu” paylaşımlarıyla) doludur. Söylentilere göre bazı vakıf ve dernekler, sosyal medya için ayda onbinlerce TL'yi aşan harcama yapıyor, yardım toplamak için yayınladıkları tanıtım filmleri için yüzbinlerce lira harcıyorlar. Gerçekten de, harcanan bu paraların kaynağı nedir acaba?

Kuruluşa bağışlanan her bir kuruş, belli bir amaçla verildiğine göre, acaba hayra harcansın diye verilenlerden bir kısmı reklamlara gidiyor olabilir mi? Lüks ve şatafata gidiyor olabilir mi? Bunlara harcanan para kimin parasıdır? Yoksa reklama ve şatafata harcansın diye, birileri özel bir bağış mı yapmıştır? Siz hiç bugüne kadar, bir yardım kuruluşunun, reklam giderlerinde kullanmak üzere bağış topladığını duydunuz mu? Lüks makam aracı alınacak diye para topladığını duydunuz mu? Olsa olsa, iş görmeye yetecek kadar bir hizmet aracı alınacağı söylenmiş olabilir. Peki, o lüks ve şatafat neyin nesidir?

Yardım faaliyetinin dışında kalan bu tür işler için, acaba bağışlardan, zekâtlardan ve kurban paralarından harcanıyor olabilir mi? Bu konuda, onlara parasını emanet eden halkın bilgisi ve rızası var mıdır? Hangi şartlarla para topluyorlar ve topladıklarını hangi şekilde harcıyorlar? Bağışçıların, başka bir deyişle vâkıfların, şartlarına uyuluyor mu?

Denilebilir ki bu tür şatafat ve reklamlar, bağışlardan karşılanmıyor, vakfın ve derneğin başka gelirleri de var; mesela kira getiren gayrimenkulleri var, şirketleri var...

Peki, öyleyse soralım: o şirketlerin kuruluşuna kaynaklık eden paralar ve gayrimenkuller ilk başta, tamamen amaçsız şekilde mi o kuruluşa bağışlanmıştır? Hedefi hayır olmayan bir şirket kurulsun ve o şirketin gelirleri de keyfi şekilde harcansın, diye birileri o vakfa/derneğe bağış mı yapmıştır geçmişte? 

En başa dönülecek olursa esasında onların da bir amaçla verildiği, keyfi harcamalarda kullanılsın, diye verilmediği görülecektir. Dolayısıyla, vakıf ve derneklerin, güncel yardım kampanyaları dışında ellerine geçen bu gibi malları ve gelirleri de, reklamlarda, lüks ve şatafatta harcayabileceklerine ilişkin bir gerekçe bulmak zordur.

Toplanan Yardımların Amacı

Şurası muhakkak ki, yardım kuruluşları belli amaçlar için ve belli şartlarla yardım toplamaktadırlar. Dolayısıyla para hangi amaç için ve hangi şartlarla toplanmışsa ancak oraya harcanmalıdır. Bunun dışında kuruluşun idari giderlerinin ve diğer harcamalarının nereden karşılanacağının en başta iyi düşünülmesi ve düzgün ayarlanması gerekir. Bunlar, bağış paralarıyla gerçekleştirilecekse, bağışçılara bilgi verilmesi, onlardan izin alınması gerekir. Bu tür masraflar için gerekirse ayrıca bir yardım kalemi oluşturulmalıdır ki, bağışçılar ne için yardım yaptıklarını bilsinler. Mesela bazen bir bağışçı, zekât gibi bir ibadetten söz etmeksizin vakfın genel hayır hizmetlerinde kullanılmak üzere parasını veya bir gayrimenkulünü bağışlayabilmektedir. Bu tür bir bağışın, lüks ve şatafata kaymamak kaydıyla kurumsal "masraflarda" kullanılabilmesi mümkün olabilir. Ancak mesela zekât diye toplanan, depremzedelere yardım diye toplanan, Suriye, Arakan, Gazze için... toplanan paralar, dernek binasının masrafları için, elemanlarına lojman için ya da makam arabası için kullanılabilir mi? İşte buna evet demek mümkün değildir.

Vakıf ve Dernek Gibi Kuruluşların Tüzüklerinin Şeriata Uygunluğu

Denilebilir ki, vakfın/derneğin tüzüğü, reklam ve idari masraflar için harcamaya ya da lüks makam aracı almak gibi işlere izin veriyor.

Şu var ki, tüzüğü yapan da vakfın/derneğin elemanları ve idarecilerdir. Tüzükte yazıyor diye, paralar bağışçıların amacı dışında bir yere kullanılabilir mi? Burada öncelikle tüzüğün, bağışçıların iradesine ve dinî kurallara uygun hazırlanması gereği vardır. Bir yetkinin tüzükte yazıyor olması, mevcut hukuk ve mevzuat bakımından yeterli sayılsa bile dinî bakımdan asıl yetki, bağışçılarla yapılan vekâlet/aracılık sözleşmesinde nelerin söz verildiğine bağlıdır. Bu sözlere ve dinî hükümlere aykırı şekilde davranmaya tüzüğün izin vermiş olması, Allah katındaki mesuliyeti ortadan kaldırmaz.

Özellikle dinî bir vazife olan zekât, fitre ve kurban gibi konularda tüzüğün üzerinde bir "tüzük" vardır. O da dinî ahkâmdır. Dinî ahkâma uyulmazsa ibadet yerine getirilmiş olur mu? Zekât ve fitre mi tüzüğe uyacak, yoksa tüzük mü zekât ve fitreye uyacaktır?

Mesela ülkemizde, nerdeyse yüz yıldan beri zekât ve fitre gibi bağışlar toplayan bir kurumun tüzüğünde, gelen bağışların önemli bir kısmının idari giderler için, diğerlerinin ise sportif faaliyetler ve benzeri etkinlikleri desteklemek için kullanılacağı yazılıdır. Daha ilginç olan, o tüzükte, bağışların asıl olarak muhtaçlara veya felaketzedelere verilmesi yönünde bir madde de bulunmamaktadır. Bu nedenle o kuruluş da geçmişte bu yönde hareket etmiş, zekât ve fitre dâhil bütün bağışları bu şekilde harcamış hatta medyadan duyulduğuna göre içinde haram işlenen toplantılar ve dine uygun olmayan faaliyetler bile yapmıştır. Yoksullara yönelik bir proje yapmak hiçbir zaman bir önceliği olmamıştır.

Yaptıkları, kendi tüzüklerine uygun olabilir ancak dinimizdeki zekât ve fitre ahkâmına asla uymaz. Bu nedenle bu tür kuruluşların zekât ve fitre toplaması ve bunları yoksullardan başka yerlere harcaması veya kendi masraflarına kullanması caiz değildir. (Bunlar zekât âmili falan da değildirler. Nitekim bu hususu başka yazılarda dile getirdik.) Bu şekilde davrandıklarında, zekât ve fitreler dinen eksik ya da tamamen geçersiz olur. Tüzükte öyle yazıyor olması, yapılanların dinen geçerli olmasına yetmez.

Dolayısıyla ibadetlerle ilgili faaliyet yürüten kuruluşların tüzüklerinde dine aykırı bir şey olmamalıdır. Ayrıca bunlar, aracılık/vekâlet türünden iş yaptıklarına göre “ibadet ahkâm”ı yanında bir de “vekâlet ahkâmı”na uymaları, güveni kötüye kullanmamaları, bağışçıların amacına aykırı olacak şekilde onlardan habersiz ve izinsiz işler yapmamaları gerekir. Aksi halde yarın Allah'ın huzurunda hesap verme vakti geldiğinde tüzükleri onları kurtaramaz.

Belki sözü biraz uzattık ama maksadımızı inşâallâh anlatabilmişizdir. Sürçülisan ettikse affola.

İLGİLİ YAZILAR

ZEKAT KONUSUNDA ÂMİLÎN SINIFI KİMLERDİR?

ZEKÂT MÜESSESESİ Mİ? PEKİ, BUNDAN DİNİN HABERİ VAR MI?

FAKİRİN HAKKI









BİR BİD'AT UĞRUNA HAYVAN KATLETMEK

Kimileri, Peygamber kurbanı diye bir şey uydurmuşlar. Büyükbaş bir hayvanın her bir hissesini 28 paya bölmüşler, toplamda tam 196 kişiden para toplayıp bununla bir büyükbaş keseceklermiş. Halbuki, bir hisse birden fazla kişinin parasıyla kesilirse kurban sayılmaz. Buna "kurban" ismi verilemez. Bir bid'at uğruna hayvan katledilmiş olur. Bu tür hareketler din sömürüsü değil de nedir? Kurs veya öğrenci yurdunda et ihtiyacı olup bağış toplamak isteyenler, et istiyoruz diye kampanya yapabilirler. Buna kurban adını vererek zihinleri bulandırmanın ve kurbanın mahiyeti hakkında insanları yanlış yönlendirmenin manası nedir?

Maalesef geçmişten beri din istismarcıları boş durmuyorlar. Milleti sömürmek için sürekli bir şeyler uyduruyorlar. İstismarcı bazı örgütlerin yapısı dağıldı ama ahlakı ve yöntemleri demek ki hâlâ yaşıyor. Bunlara karşı uyarıda bulunmak ise her müslümanın vazifesi.

Yukarıdaki örnekte olduğu gibi, ülkemizde bazı yerlerde de birçok insandan para toplanarak, "caminin kurbanı", "kursun kurbanı" veya "afet kurbanı" diye kampanyalar yapıldığını duyuyoruz. Oysa kurban insanın/gerçek kişinin ibadetidir; insan olmayanların, binaların ve tüzel kişilerin kurbanı mı olur? Bir hisseye birden fazla kişi ortak olursa, böyle kesilen hayvan kurban sayılır mı? Sırf kan akıtmak bir ibadet değil.  Kurban şartlarını taşımayan bir kan akıtmaya  yücelik atfetmek, dinimizde yoktur. Kurbanın bir değerinin olması, dine uygun olmasına bağlıdır. Bir de bu kampanyaların sözde dinle ilgili kişiler tarafından yürütüldüğünü duymak, tamamen hayal kırıklığı meydana getiriyor.

Artık din konusunda böyle insanlara nasıl güveneceğiz de kurbanımızı veya başka ibadetlerimizi bunlara emanet edeceğiz? Bunlar birkaç tane değil ortalıkta böyleleri dolu. 

Şu sosyal medyada gezinirken bile şimdiye kadar adını sanını hiç duymadığımız onlarca kuruluşun kurban reklamlarıyla karşılaşıyoruz. Bunlar dinî ahkamı ne kadar biliyorlar? Ne kadar güvenilirler? 

Müslümanlar olarak dolandırıcılara karşı çok uyanık olmamız lazım.








AVUCUNDA KOR TUTMAK GİBİ

Devlet malını yönetirken...
Vakıf malını yönetirken...
Zekat, kurban... vekaletlerini yönetirken...
Aynı sırat köprüsünden geçer gibi bir hassasiyet gerekiyor. Bu hassasiyeti gösterebilenler, inşaallah yaptıkları o önemli işlerin mükafatını da ahirette kat kat alacaklardır. Mazlumların, muhtaçların ve yetimlerin hayır duaları onlarla olacaktır.
Bir iş ne kadar önemliyse karşılığı da o denli büyüktür. İşte o yüzden Peygamberimiz (s.a.s), ahiret gününde o büyük hesap meydanında herkes ateşten kavrulurken özel bir gölgede gölgeleneceklerin başında "âdil devlet başkanı'nın olacağını haber verdi.
Öte yandan bu önemli işlerde hassasiyet göstermeyip şeytana ve nefislerine uyanlar da, o denli büyük azaba uğrayacaklardır. Maazallâh!

Bu konuda gösterilecek hassasiyete bir örnek, Hz. Ömer'in meşhur, devlet mumu hikayesidir. 

VEKÂLETLE KURBAN FIKHINDAN... 2) Öğrenci yurtları için, vekâletle kurban kampanyası yapmak

Normal şartlarda öğrenciler tarafından tüketilmek üzere kurban eti bağışlanabilir ve yurdun bağlı olduğu kuruluş da, bu doğrultuda kurban bayramı kurbanı (udhiyye) için kampanya yapabilir. Çünkü bu kurbandan, zengin-fakir, herkese ikram edilebilir.

Ancak,

Öğrencilerden yemek gibi masraflar için yurt ücreti alınıyorsa, hüküm değişir:

a) Ticari olarak işletilen bir yurdun yemeklerinde kullanılmak üzere kurban kampanyası yapılamaz. Çünkü idare, zaten o yemeklerin ücretini öğrenciden almaktadır. Yapılan sözleşme gereği öğrenci ücretini ödeyecek, idare de buna göre bir yemek menüsü hazırlayacaktır. Şayet idare, bazı yemekleri bağışlanan kurban etlerinden karşılayacak olursa, o takdirde kendi cebinden çıkması gereken parayı, bağışlardan ödemiş olur. Dolayısıyla aslında burada kurban bağışı, öğrencilere değil idareye fayda sağlamış olur. Öğrencilerin yediği değişmezken, idareye kalacak kâr artmış olur. Hâlbuki vatandaşlar kurbanları, idarenin kârı artsın diye değil öğrenciler için bağışlamışlardır. Aksi bir uygulama, vekalet ahkamına aykırıdır.

b) Yurt, ticari olarak değil de, bir eğitim hizmeti ve sosyal yardım biçiminde faaliyet yürütüyorsa yani, öğrencilerden ücret almıyor veya cüzi bir ücret alıyor da geri kalan masrafların bağış ve yardımlarla karşılanacağını onlara bildiriyorsa, o takdirde bağışlanan kurban etlerini yemeklerde kullanması mümkündür. 

Peki, bir öğrenci yurdunun ticari olup olmadığı nasıl anlaşılır?

Bu konuda sadece adına veya vergi levhasına itibar etmek yeterli olmayabilir. Adı vakıf ya da STK yurdu olmasına rağmen, ticari amaç güdenler olabilir. Örneğin, ticari olarak işletilen bir yurtta öğrenciden alınan bir ücretle, aynı veya yakın kalitede hizmet veren bir vakıf ya da STK yurdunda öğrenciden alınan ücret birbirine yakın ise demek ki bu da ticaridir. Böyle bir vakıf ya da STK, o öğrenci yurdu için kurban kampanyası yapamaz, yapmamalıdır. Aynı yemek için hem vatandaşlardan bağış toplamak hem öğrencilerden ücret almak dürüstlüğe yakışmaz. Öğrenciden ücret alınmasına rağmen yemekler kurbanlardan karşılanacak olursa, o takdirde yemek ücretlerini o oranda iade etmek veya indirim yapmak gerekir.

Şu da var ki, böyle bir yurtta, öğrenciler için bağışlanan kurban etleri, normal menüde kullanılmazsa, günlük menü haricinde, farklı zamanlarda öğrencilere özel ve müstakil ziyafetler şeklinde verilecek olursa, Allahü a’lem, bunda beis olmaz.

VEKÂLETLE KURBAN FIKHINDAN... 1) Kurban etlerinin dağıtılabileceği yerler

Kurban ahkamı başka, vekâlet ahkamı başkadır. Mesela,
Kurban bayramında kurbanını (udhiyyeyi) kendisi kesen biri, bunun etinden bir kısmını fakirlere dağıtıp geri kalanından yiyebilir, istediğine verebilir hatta zengin dostlarına bile ikram edebilir.
Ancak;
Vekalet yoluyla kurban kesip dağıtan bir kuruluş, etleri istediği yere dağıtamaz. Nereye dağıtmak üzere kampanya yapmışsa ancak o yönde dağıtması ve sözünde durması gerekir. Vekalet verenlerin haberi ve izni olmadan kendi kendine tasarruflarda bulunamaz. Mesela, "ihtiyaç sahiplerine dağıtıyoruz" diyerek vekalet alan bir kuruluş, kestiği kurbanların etlerinden kendi personeline yediremez, zengin sayılanlara yediremez, gittiği ülkedeki devlet erkanına ziyafet çekemez. Kısacası ihtiyaç sahibi olup olmadığına bakmaksızın rastgele bir dağıtım yapamaz.
İhtiyaç sahipleri için toplanan kurban etleri, genel olarak öğrenci yurtlarına ve kurslara da verilemez. Çünkü buralarda barınanlar arasında maddi durumu zayıf olanlar bulunabileceği gibi kendisinin ve ailesinin maddi durumu çok iyi olanlar da bulunabilir.
Yine "okuldaki/kurstaki öğrencilere yedireceğiz" diyerek kurban vekaleti alan bir kuruluş, bu kapsamda olmayanlara, hocalara, memurlara ve kendi ihvanına bu etlerden yediremez. Etleri satıp okulun/kursun tadilat işlerine harcayamaz.
Aksi halde vekalet ahkamına aykırı davranmış, kendine vekalet verenlerin güvenini kötüye kullanmış ve emanete hıyanet etmiş olur.
Kurban eti, kuruluşun bir "gelir"i değildir. Adresine ulaştırmak üzere teslim aldığı bir "emanet"tir.

Kurban, ancak dine uygun olursa kurbandır.

"Afet kurbanı" diye bir adet çıkmış.
Ortaklaşa toplanan paralarla bir veya bir kaç hayvan kesilip gelenlere ikram ediliyormuş. Akan kandan medet umuluyormuş.
Halbuki, sırf kan akıtmaya bir yücelik atfetmek, dinimizde yoktur. Kurbanın bir değerinin olması, dine uygun olmasına bağlıdır.
Mesela, kurban sayılabilmesi için, bir büyükbaş hayvanın yedide bir hissesi veya bir küçükbaş hayvan, "bir" kişi adına kesilmelidir. Çok kişiden para toplanıp bir hisse, ortaklaşa kesiliyorsa bu, kurban değildir. Sırf hayvan kesimidir. İslam'da böyle bir kurban yoktur.

Böyle kan akıtmanın dinî bir değeri olmadığı gibi başkalarına ikram edilmezse sevabı da olmaz.

İÇKİ İÇMEK Mİ?

 Alkol kullanıp da rezil bir anısı olmayan yoktur, diyorlar.

Gerçekten de;

hem mala zarar

hem sağlığa zarar

hem aileye zarar

hem çocuklara zarar

hem çevreye zarar

hem insanlarla ilişkilere zarar

hem insanın kendi onuruna zarar

hem de Allah'ın (cc) yasakladığı bir günah.

Şu kısacık dünya hayatı bitip Allah'ın huzuruna vardığında, insanı mahcup edecek işlerden biridir, alkol kullanmak.

Değer mi?

ALINTERİNE SELAM OLSUN, ONUN DEĞERİNİ KİMSE BİLMESE ALLAH (cc) BİLİR!

 Yeterli bir kazanç elde edebilmek, kendisinin ve ailesinin geçimini temin edebilmek için her insanın yaşadığı nice acı-tatlı tecrübeler vardır. Genellikle zorluklar hatırlanır hep. Çünkü hayat mücadelesi zordur. Başarmak için, zorlukları aşabilmek ve azimle çalışmak gerekir. Kimi zaman kıtlık çekilir, kimi zaman insan kahrı çekilir. 

Bir de kalbinde Allah korkusu olanların, kazanırken haramdan uzak durmaları, günahlardan uzaklaşmak için, başkalarına göre, iki kat gayret sarf etmeleri gerekir. Zaten zamanımızda helalinden kazanmak ve aldığı ücreti/maaşı helal ettirebilmek adeta büyük bir savaşı kazanmak gibi çetin bir iştir.

İşte tüm bu aşamalar boyunca ortaya konan emek, mübarektir. Bu emekle kazanılan helal rızık, inşaallah hem bu dünyada bir azığımız hem de öbür dünyada kazancımız olacaktır. Biliyoruz ki, Müslüman sırf belli iyilikleri yaparak sevap kazanmaz; harama gitme imkanı varken ondan vazgeçip helal ile yetinmek de cennetin kapılarını açar.

Bu vesileyle, alın teriyle çalışıp sırf helalinden kazanayım diye türlü türlü sıkıntılara sabredenleri, harama el uzatmayanları, daima Allah'ı ve ahiret gününü hatırlayıp hiçbir garibanın gönlünü kırmadan, tüyü bitmedik yetimin hakkına zarar vermeden geçimini sağlamaya çalışan, dürüst ve namuslu bütün güzel insanları selamlıyorum.

 Bilal ESEN

1 Mayıs 2024





ALLAH DOSTU MU? O SENSİN!

Bağlanacak bir "Allah dostu" arayan, fazla uzaklara bakmasın. Allah dostu olmanın, kontenjanı ya da kotası yoktur. Allah bütün müminlerin dostudur, bütün müminler de Allah dostudur. Allah Kur'an'da kendisinin müminlerin dostu olduğunu bildiriyor, iman edip takvaya sarılanlar evliyadır, yani Allah dostudur, diyor. (Bk. Bakara, 257; Yunus, 62-64)

Müslüman, önce kendine saygı duymayı bilmeli. Birilerini muhakkak kendinden daha değerli ve üstün görerek onlar karşısında kendini alçaltmamalı. Kula kul olmamalı. Allah Teâlâ'ya hakkıyla inanıp her daim ona karşı samimi ve dürüst olduğu müddetçe, kendisinin de bir Allah dostu olduğuna inanmalı. Kendisi yüzünü Allah'a döndüğü sürece Allah daima onunla beraberdir.

Allah ile arasındaki bu yüce yakınlığa zarar verecek işlerden kaçınmalı. Araya başka bir varlık koymamalı. O varlığa, olmadık meziyetler yükleyerek onu adeta Allah'ı sever gibi sevmemeli. Elbette mümin, sevgi ve muhabbet doludur. Ama sevdiğini Allah için sever, Allah'ı sever gibi sevmez. İnananların Allah sevgisi, bütün sevgilerin üstündedir.

Aciz ve fani varlıklara muhabbet ile ömrünü geçirip bir türlü Allah'la gerektiği şekilde yakınlık kuramayana yazık olur. Bir hedefe varmak için yola çıkan, yolda dostlar edinebilir, işaretçilerden ve levhalardan yararlanabilir ama mesela, ne kadar faydalı deyip yol gösteren bir tabelaya sımsıkı sarılarak ömrünü o tabelanın başında geçirmez. Böyle yapan, yolundan geri kalır, hedefine varamaz, aldanmış olur.

Bu dünyada doğru bir tutum  belirleyemeyenler, görünüşü takvalı fakat içi fesat dolu birtakım muhterislerin elinde oyuncak olabilirler.

Kimin daha takvalı olduğu, kılık kıyafetiyle veya ağzının iyi laf yapmasıyla belli olmaz.

Bazen öyle olur ki, ömrünü kötülükle geçiren bir kul, bir köpeğe su verdiği esnadaki samimiyeti sebebiyle cennetlik olur, bazen de öyle olur ki ömrünü ilim ve ibadetle geçirdiği zannedilen alim görünümlü bir bel'am cehennemlik olur.

İman ve ihlasın hep birtakım seçkin/özel kişilerde var olduğunu zanneden nice kişiler, o kişilerin peşinden gideyim derken kendilerini kaybetti, ilkelerini kaybetti, samimiyetlerini... kaybetti.

Şimdiye kadar, kişisel ihtirasları öne çıkan nice çıkarcılar, "Allah dostu" kavramıyla insanları aldattı.

Velhasıl, ey Müslüman kardeşim!

Allah dostu sensin. Bu sıfatı başkasının tekelinde görme. Aldanma kimseye. Adamlara değil, ilkelere bağlan. Allah'ın kelamına, O'nun Peygamberinin öğrettiklerine bağlan. Kim bunlara aykırı davranırsa, çekinme onu uyar. Hiç bir kul günahsız ve masum değil. Peygamberler hariç. Kula kul olan köle olur, Allah'a kul olan hür olur. Hür olduğunun farkına var.

Emr-i bil maruf nehy-i ani'l münker, senin görevin. İyi bak, Allah dostu zannettiklerin nasıl da dünyalık peşinde koşuyorlar, nasıl da birbirlerine düşüyorlar. Onlara bağlanırsan bir gün üzülürsün. 

"Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete râm ol...

Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol."

Bilal ESEN
26 Nisan 2024


Din alanında öne çıkmak !

 İman ve ahlak davasıyla yola çıkanlar, başkalarından daha dikkatli olmalılar. Çünkü onların yanlışları daha büyük görünür.

Gerektiği gibi dikkatli olurlar ve davalarını omuzlayabilirlerse alacakları mükafat da daha büyük olacaktır. Ama âhirette.

Kamu malı, vakıf malı... Helal ettir, yediğin her lokmayı

Bulunduğu makam ve mevkide yaptığı usulsüzlükleri normal göstermeye çalışan bazılarının ürettikleri ve zaman zaman ima ettikleri bir argüman var: Ben bu kuruma çok şey katıyorum, benim yaptıklarımın değeri aldığım maaşla ölçülemez. Maaş az. Ben daha fazlasına layıkım.
Böyle böyle kendilerini haram lokma yemeye alıştırıyorlar. Kurum malını türlü hilelerle zimmetine geçirmeyi ya da lüks ve şatafat için hoyratça harcamayı mübah görmeye başlıyorlar. Helal-haram hassasiyetleri kayboluyor.
Bu konuda zamane dindarları ile diğerleri arasında maalesef pek bir fark gözükmüyor. Hatta dinî argümanları kullananların, kendi yolsuzluklarına daha kolay kılıf ürettikleri bile söylenebilir. Bir de üstelik kendilerini uyaranlara kızıyorlar.
Bu nasıl bir cüret? Halbuki Allah korkusu ve ahiret inancı olan bir insan, fazlasına göz dikmez, aksine, aldığım maaşı hak ettirecek kadar çalışabiliyor muyum, diye endişe içinde olur. Kamu mallarına, vakıf mallarına... hıyanet etmenin ne denli vebali olduğunu bilir.
Ne yazık ki, zamanımız müslümanlarından bir çoğu, mal ile imtihanı kaybetmiştir. Şeytanın bile aklına gelmeyecek gerekçeler üretiyorlar. Şu var ki, bunlarla Allah'ı kandırabileceklerini düşünüyorlarsa, yanılıyorlar.


BAYRAM GELDİ

Tatil değil ruhsuz törenler hiç değil. Bayram samimi bir kaynaşma. Toplumsal barışın yaygınlaşması. Toplum içinde yaşama güveninin hissedilmesi. Duyguların transferi, sevincin paylaşılması, varsa keder ve hüznün ortak yaşanması.

Bütün bunların olabilmesi için önce birbirimize samimiyetle yaklaşmamız gerekiyor. Başka hesapları bir tarafa bırakarak, sırf bir insan ve müslüman olmak vasıflarıyla, en içten duygularla bayramlaşmak gerekiyor. Dünyevi çıkarları, kişisel menfaatleri, cemaat ve siyaset ayrılıklarını bir tarafa bırakmalı. Bunlar sebebiyle geçmişte meydana gelen olumsuzlukların, ilişkilere ömür boyu zarar vermesinin önüne geçilmeli. Şimdiye kadar çevremizdeki insanlarla  bazı bağlar kopmuşsa, nedenlerine bakmalı. Gerektiğinde özür dilenmeli, gerektiğinde mali olarak helalleşmeli. Tatlı söz ve güler yüzle yeni başlangıçlara kapı aralanmalı. Gönül almalı, gönüller yapmalı. Bu noktada, özüyle ve sözüyle dosdoğru bir insan profili çizmek çok önemli. 

Bütün bunlar olmazsa bayram nasıl bayram olacak? Birbirimizin yüzüne bakarken gözler yalan söyleyecekse, bayramlar bayram olur mu? Sahte bayramlaşmalardan gönüller huzur bulur mu?

Bu duygu ve düşüncelerle sizlerin bayramını kutluyor, sağlık ve afiyet içinde hayırlı ömürler diliyorum. 

Zekat toplayıp dağıtan kuruluşların tarihi kökeni (?)

İlginçtir... Dinle ilişkilendirilen bir çok kurumun tarihte tecrübesi var. Fakat zekat ve fitre toplayıp dağıtan bir vakıf tarihte yok, ya da bilinmiyor.

Mesela vakıf kurumunun tarihi bir geçmişi var. Fakat o vakıf kurumu, gönüllü bağışlarla kurulmuş ve bunların gelirleriyle yaşatılmış, zekatla değil.  Yine bugünkü sigortacılığa benzer kurumlar tarihte de var. Hatta bankacılığın bile tarihimizde yerinin var olduğu söylenebilir. (Para vakıfları vb.) Fakat bugünkü gibi zekat toplayıp dağıtan ve vakıf adını kullanan sivil kuruluşlara tarihte rastlayamıyoruz.

Esasında vakıf, kendi kendini ayakta tutan bir müessesedir. Bir vakfı kurmadan önce bu vakfın masraflarının ve çalışanlarının ücretlerinin hangi kaynaktan ödeneceğine dair ve ayrıca vakfın hayır hizmetlerinin hangi kaynaklardan sağlanacağına dair gayrimenkuller/sabit getirili varlıklar tahsis edilir. Yani vakıf, kendi malı olmadığı halde başkalarından para toplayıp da  bunları belli hayır cihetlerine ulaştıran, sırf aracılık yapan bir kuruluş değil. Malvarlığı bulunan ve bunu işleterek getirisini hayra harcayan bir kuruluş.

Günümüzdeki vakıfların ve hayır kuruluşlarının birçoğu ise sırf milletten para toplayıp dağıtmak üzerine kurulmuş gibi gözüküyor. Çoğu, varlığını devam ettirmek için sabit getiri sağlayan varlıklara yeterince sahip değil. Bu nedenle çeşitli masraflarını, çalışanlarının maaşlarını nereden ödeyeceklerini, binalarının ve araçlarının giderlerini nerden karşılayacaklarını bilemez durumdalar ve maalesef bu giderlerini, bağışçıların hiç haberi olmaksızın toplanan hayır paralarından karşılayanlar oluyor. Hatta topladıkları zekat paralarını bile bu giderlere harcayanlar, binalarının elektrik ve yakıt gibi giderlerini bundan ödeyenler var. Bu şaşkınlık nedeniyle sözkonusu kuruluşların bir kısmı, bir müddet sonra, muhtaçlara yardımı ikinci plana atıp kendi kurumsal varlığını ayakta tutma ve yaşatma telaşına düşüyorlar. Bu telaş da onlara bir çok hata yaptırıyor, kamuoyunun anlamakta zorlanacağı işler yapıyor ve itibarlarına zarar veriyorlar.

Hiç mi geçmişe bakıp örnek almazlar? Tarihte o vakıflar nasıl ayakta duruyordu? Vakıf, milletin sırtına yük mü olur, yükünü mü alır?

İşte bu gibi nedenlerle, zamanımızda zekat toplayıp dağıtan sivil kuruluşların, köksüz kuruluşlar olduğunu söylemek mümkün. Başka bir deyişle onların bu pozisyonu, adını taşıdıkları vakıf müssesesinin  ortaya çıkış amacıyla ve yapısıyla uyumlu olmadığı gibi zekat tarihiyle de uyumlu değil.

Tarihte, bırakın sivil zekat kurumunu, devlete ait resmi zekat kurumu bile neredeyse yok. Mesela Osmanlı gibi devletlerde böyle bir kurum yok. Onlar zekat kurumundan uzak durmuşlar. Ama zamanımızda zekat toplayıp dağıtan sivil kuruluşlar sürekli çoğalıyor. Okul aile birlikleri dahil, yüzlerce ve belki binlerce kuruluş zekat topluyor. Bir de bu kadar kuruluşun yaptığı kesintileri bir düşünün. Muhtaçlara gidecek paralarla ayakta duran binlerce kuruluş ve onların yaptığı milyonlarca kesinti. Arta kalan olursa o da şansı olan fakirlere gidecek.

Esasında birilerinden mal/para alıp bunu bir yerden diğer bir yere aktarma ve bundan kazanç sağlama işi, hizmet sektörünün ücretli işleri kapsamında. Bunun adına nakliye, lojistik, posta, kargo, kurye hizmeti vs. demek daha gerçekçi olurdu. Adlarını böyle koysalar ve ücretli hizmet yapıyoruz, onun için şu kadar ilave ücret talep ediyoruz deselerdi, daha şeffaf ve güvenilir olurlardı. Şu durumda, toplanan hayır paralarının ne kadar olduğu, nihayetinde muhtacın eline bunun ne kadarının geçtiği ve kuruluşun kasasına ne kadar kaldığı gibi hususlarda bir sürü soru işareti oluşuyor.

Şu sıralar, zekat gibi bağışlar toplayıp dağıtan böyle kuruluşların hangi işine el atılsa dinî açıdan bir çok problem görülüyor. Toplanan zekatların usûlüne uygun dağıtımı konusunda da kafalar karışık. Başı sonu iyi düşünülmemiş, akıntıya kapılıp sürüklenen ve başkaları da aynısını yapıyor, gerekçesine sığınılan bir sürü sakat iş. Nasıl böyle büyük veballi işlere girişiyorlar, şaşırmamak mümkün değil.

Normalde bir insanın, Yüce Allah'ın huzurunda, sırf kendi zekat hesabını bile vermesi zor iken, bunlar nasıl oluyor da yüzbinlerce kişinin vebalini üstlenebiliyorlar? Hayret!

İLGİLİ YAZILAR:

- -ZEKAT KONUSUNDA ÂMİLÎN SINIFI KİMLERDİR?

ZEKÂT MÜESSESESİ Mİ? PEKİ, BUNDAN DİNİN HABERİ VAR MI?

YARDIM KURULUŞLARININ ZEKÂT İŞLERİ, POSTACI VE KARGOCUNUN İŞLERİNDEN FARKLI BİR ŞEY Mİ?



ZEKAT PARASINI EŞYAYA DÖNÜŞTÜRMEK

Zamanımızda zekat toplayıp dağıtan vakıf ve derneklerin faaliyetlerine muttali oldukça her adımda çeşitli dinî ve fıkhî sorunlar bulunduğunu görüyoruz. Tarihi tecrübeden yoksun bu kuruluşların alelacele ve düşüncesizce giriştiği işler bir sorun yumağı halinde büyüyor. Akıntıya kapılıp başkaları yapıyor biz de yapalım tavrına girenler, kendilerine bağışta bulunan müslümanların ibadetlerini de tehlikeye atıyorlar.

Mesela şöyle bir olay. Sivil bir kuruluş, falan yerdeki muhtaçlara eşya ve erzak yardımı yapacağım, diye milletten zekat topladı. Bu parayla yiyecek aldı, ekmek aldı, süt aldı, eşya aldı... Nakil sürecinde, bunlardan bir kısmı bozuldu, kırıldı, kiminin son kullanma tarihi geçti, kimi ezildi, kimi büzüldü. Kimini arsızlar yedi, kimini hırsızlar yedi. Yani tamamı fakirlere ulaşmadı. Peki bu durumda bağışçıların zekatları tam ödenmiş oldu mu?

Buna evet demek mümkün değildir. O zekatlar tam ödenmiş olmadı.

Zaten söz konusu kuruluşlar zekat alma hakkı olan kesimlerden değildir. Sadece aracıdırlar. Vekildirler. Aracının  yani vekilin eksik ödemesi durumunda, asıl olan kişi, yani zekat sahibi, zekatını eksik ödemiş oluyor. Eksikliğin telafi edilmesi lazım. O kuruluşun çalışanları, eksilen kısmı ya kendi ceplerinden tazmin etmeli ya da bağışçılara geri dönüp durumu haber vererek, zekatlarınızda eksiklik oluştu, tamamlayın, demeliler. Bu gibi meselelerle sıklıkla karşılaşılmasına rağmen dinî duyarlılık çok zayıf. Bunların dinî hükmünü mesele edinenler çok az sayıda.

RAMAZAN


Ramazan ayı herkese olsun mübarek
Her gecesi nûr içinde her vaktinde bir fazilet
Yaradan'la olsun gönlümüz, muhtacı görsün gözümüz
Rabbim senden dileğimiz, günahsız oruç, riyasız ibadet
Tüm ifa

TÖVBE ve İSTİĞFÂR, ŞİMDİ DEĞİLSE NE ZAMAN?

Felaketler üst üste gelmeye başladı. Dayanılmaz acılar yaşanıyor. Tam olarak bilemiyoruz, bunlar hangi hikmetten ötürü oluyor.
Kainatta geçerli kanunların işlediğinde şüphe yok. Biz ise elimizden gelen tedbirleri almakla mükellefiz. Bu bizim vazifemiz.
Konunun bir boyutunda dünyevi görevlerimizi yerine getirip getirmediğimiz meselesi var. Bir başka boyut ise bütün bu olanları dünya-ahiret yolculuğu bakımından anlamlandırmak.
Unutamayacağımız bir gerçek şu ki; Kur'ân bize, eski ümmetler zamanında bazı tabii felaketlerin bir ilahi uyarı veya ceza olarak başa geldiğini bildiriyor. Elbette şimdiki felaketlerin böyle olduğuna dair elimizde bir bilgi yok, vahiy yok. Dolayısıyla bunların ilahî ceza olduğu iddia edilemez.
Yine de insanın, hiç bir ihtimali tamamen göz ardı etmemesi iyi olur. Belki de bu tür hadiselerin kişilere göre farklı durumları vardır; Kimine ikaz olan, kimine bir azap, kimine bir rahmet... olabilir.
Hiç değilse, madem ki bir anda böyle onbinlerce ölümle karşılaştık, ölüm bize kendini güçlü bir şekilde hatırlatmıştır. Öyleyse artık ölüm ve sonrası hakkında daha çok düşünmemiz lazım değil mi?
Ahiret inancımızın gereği olarak ölüm sonrasına daha iyi hazırlanmamız lazım. En başta, bugüne kadar işlediğimiz günahlardan ciddi şekilde tövbe etmemiz lazım. İstiğfar etmek, Allah'tan af istemek lazım. Sonra da ibadetlere devam ederek, hayır ve hasenâtı çoğaltmak lazım. Malını infak etmek lazım.
Nitekim Kur'ân'da, başa gelen büyük musibetlere rağmen tövbe etmeyen, inancı bozuk münafıklar hakkında şöyle buyruluyor: "Görmüyorlar mı ki her yıl bir veya iki defa musibetlerle sınanıyorlar da yine tövbe etmiyorlar ve ibret almıyorlar." (Tevbe sûresi 126. Ayet)
Bunun gibi ayetler, musibetlerden sonra aklını başına toplama ve tövbe etme konusunda bize de bir mesaj vermektedir. Ölümün olanca sesiyle haykırdığı bir zamanda, ölümden sonrası için hazırlanmayacağız da başka ne zaman hazırlanacağız? Tövbe ve istiğfar her zamankinden daha çok anlamlı şimdi. 
Bir de şu var. Yüce Allah Kur'an'da şöyle buyuruyor: "Tövbe edip dururlarken de Allah onlara azap etmeyecektir." (Enfâl sûresi 33. Ayet)
Bunu şöyle anlayabiliriz. İstiğfara devam edenlerin başına da dünyevi felaketler gelebilir fakat bunlar azap değildir. Yukarıda dediğimiz gibi kimine azap olan kimine rahmet olabilir. Görünüşte aynı felaketi yaşayanların karşılaştıkları sonuçlar farklı olabilir. Sonuçta bir gün herkes ölümü tadacaktır. Kimi rahmetli olacak kimi azaba müstehak olacaktır.
Biz daima tövbe ve istiğfara devam edenlerden olalım ki, başımıza gelenlerin azap olmadığından emin olalım. Musibetler rahmete dönüşsün. Çünkü ayet, tövbe ve istiğfara devam ettikçe başımıza azap gelmeyeceğini haber veriyor. İnandık, iman ettik.
Haydi öyleyse, mübarek ramazan ayı da yaklaşmışken kendimize yeniden çeki düzen verelim, tövbelerimizi arttıralım.
Ümidimiz şu ki, tövbe ettikten sonra silinmeyecek bir günah yoktur. Yeni bir başlangıç yapanlar için rahmet kapıları sonuna kadar açıktır. Allah Teâlâ, kendine inananları asla hayal kırıklığına uğratmayacaktır.

ZEKATTAN KESİNTİ (?)

Tebrik ediyorum.

Örnek bir uygulama.
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği'ne bağlı Zekat Fonu, dünya çapında zekat toplayıp dağıtan bir kuruluş. Yakında Türkiye'de faaliyete geçmek üzere. Bu faaliyeti yaparken fetvalara göre hareket ettiklerini söylüyorlar ve topladıkları zekatın %100'ünü yani tamamını muhtaçlara ulaştırdıklarını ve kesinti yapmadıklarını belirtiyorlar.
Peki birçok ülkede zekat toplayıp dağıtmanın belli bir maliyeti olur, bunu nasıl karşılıyorlar?
Buna da çok güzel bir çözüm bulmuşlar. Bağışçılar zekat verirken, dilerlerse zekat haricinde gönüllü olarak, %6,5 oranında ilave sadaka bağışı yapabiliyorlar. Fakat bu zorunlu değil. İlave bağışı yapmadan da zekat bağışı yapmak mümkün.
Harika!
Bu tür şeffaf çözümlerin, ülkemizdeki yardım kuruluşlarına da örnek olmasını diliyorum.
Şeffaflık olmadan ve bağışçılara haber vermeden, bazı kuruluşların zekat paralarından kesinti yapması ve masraflarını buradan karşılaması fıkhen problemli olduğu gibi müslüman ahlakına da yakışmıyor.
Dileyenler söz konusu kuruluşun internet sayfasını inceleyebilirler: https://zakat.unhcr.org/tr/about-zakat





MEMURUN GÖMLEĞİ

Her memur, görev yerine geldiği her gün üzerindeki bütün ideoloji, parti, cemaat ve kulüp gömleklerini çıkartıp kapı dışında bırakarak, devlete hizmet etmeyi bu gibi yapılara hizmetten öncelikli görmelidir. Aksi halde, devletimizi içten tehdit eden yapılar sona ermez.