kurban etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kurban etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

YARDIM KURULUŞLARI FIKHI'NI HANGİ BABAYİĞİT YAZACAK?

 Zekat, sadaka, akika, adak, su kuyusu, burs ve benzeri alanlarda organizasyonlar yapan vakıfların ve yardım kuruluşlarının işlemleriyle ilgili açıklığa kavuşmayı bekleyen birçok dinî mesele var. Bunların sadece kurbanla ilgili olanlarından bir kısmına bu yazıda dikkat çekmek istiyorum.

Bazı özensizlikler bu kurban bayramında da değişmedi.

Hâlâ kurban organizasyonlarında niyetin yeterli olduğunu söyleyip duran ve hiçbir vekalet sözleşmesi yapmayanlar, vekaletin kapsamını netleştirmeyenler var. Bu işin adı vekaletle kurbansa, vekalet akdinde sarahaten veya delaleten icap ve kabul olmalı. Vekaletin kapsamı net olmalı. Sırf niyet değil tarafların beyanları olmalı.

Kurban organizasyonunda merkez kavram vekaletse, bu bir akittir. Tıpkı avukata verilen vekalet gibi. Miras paylaşımındaki vekalet gibi. Bunun şartı şurtu olur. Çerçevesi çizilmiş olur. Daha önce bu konuda "Kurban Organizasyonlarında Şeffaf Sözleşme" başlıklı bir yazı yazmış ve blog sayfama koymuştum.

Bazılarıysa vekalet kavramından söz etmeden sadece "bağış"tan bahsediyorlar ki, kurban organizasyonları kapsamında birbirinden ayrı birçok iş ve işlemin gerçekleştiği düşünüldüğünde bağış kavramı çok naif kalıyor ve anlaşılmaz hale geliyor.

Ayrıca bazı vakıflar "biz sizin adınıza kurban satın alıp kesmiyoruz, kendi malımızı size satıyor ve bunu kurban olarak kesiyoruz" diyorlarmış ki, o takdirde kurban organizasyonu sırf bir vekalet olmaktan çıkıyor ve bir alım-satım akdine / ticarete dönüşüyor. Zincir marketlerin kurban organizasyonlarında gündeme gelen dinî meseleler ise başka bir yazının konusu.

Sahi kurban organizasyonlarında asıl olan nedir?

Vekalet akdi mi? Alım-satım (bey') akdi mi? Hizmet (icare) akdi mi? Hibe (bağış) mi?

Bu konunun fıkhi çerçevesini ortaya koyan ilmî bir çalışma ya da resmi bir metin gören varsa haber vermesinden memnun olurum.

Daha da garip olan şudur: bazı vakıfların bağlı olduğu bir cemaatin ilmihal kitabında, vakfa yapılan bağışlar vakıf reisinin mülkü olur, deniyor ki, artık burası din istismarının dip yaptığı noktadır.

Demek ki vakıfların ve yardım kuruluşlarının icraatlarıyla ilgili yıllardan beri hâlâ bir teâmül/örf oluşmamış.

Böylesine kafa karışıklığının olduğu bir zeminde, bir an önce "yardım kuruluşları fıkhı" diye veya buna benzer bir başlıkla bir fıkıh oluşturulamazsa, girişilecek her işte birtakım soru işaretleri bulunmaya devam edecektir.

Velhasıl,

- Kimisi kurban organizasyonuna "bağış" ismini veriyor

- Kimisi "vekaletle kurban" diyor.

- Kimisi kurban organizasyonunun şartlı bağış kapsamında olduğunu söylüyor.

- Kimisi, biz sizin adınıza kurban satın almıyoruz, kendi malımızı size satıyoruz, diyor.

- Kimisi "dernek alındı makbuzu"yla kurban topluyor

- Kimisi, vakfa bağışlananlar vakıf reisinin mülkü olur, diyor.

- Kimisi "kesimsiz kurban" diye bir kavram icat etmiş.

- Kimisi, kurban etlerini satıyor, bunun ticaretini yapıyor.

- Kimisi, kesmeye söz verdiği kurbanları kesmiyor.

- Kimisi 2009 yılında başlayan kurban yolsuzluğu operasyonunda soruşturma geçirmiş ve hatta ceza almış.

- Kimisi teberrük kurbanı, ihtiyat kurbanı ve temsil kurbanı gibi kavramlar icat etmiş.

- Kimisi kurban etlerini, gittiği ülkelerdeki devlet erkanına ve zenginlere de yediriyor. Halbuki kampanya afişlerinde, açlık çeken insanların fotoğraflarını kullanmış ve muhtaçlara vereceğiz diye kurban parası toplamıştı.

-Kimisi kurbandan artan paraları genel mülkü gibi görüp kendi cemaatinin diğer kuruluşlarına, tv'sine aktarıyor.

...

- Ve neredeyse hiçbiri, kurban için para yatıranlarla, yukarıdaki konulara ilişkin bir sözleşme imzalamamış ve net bir sözleşme metnine sahip değil.

Öyleyse kurban organizasyonlarıyla ilgili bir örf oluştuğunu ve vatandaşın vekalet vermesine bile gerek olmadığını, vekalet verse bile umumi vekaletin yeterli olduğunu nasıl söyleyebiliriz?

Tarafların kendilerinin bile tam olarak kavrayamadıkları bu tür işlerin daha şeffaf hale getirilmesi ve bir an önce fıkhının yazılması gerekmiyor mu?

ADAK ve AKİKA KURBANI ÜZERİNDEN DİN İSTİSMARI

Bugünlerde bazıları, “dilekleri gerçekleştirmenin tesirli yolu adaktır, gelin adak kurbanı kestirin” ve “bizim vakfa verin” şeklinde, bazıları da "belalardan kurtulmak istiyorsanız, gelin akika kurbanı kestirin” “bu kurbanı da bize verin,"  şeklinde propagandalar yaparak milletten para topluyorlarmış. Bir de sadece çocuklar için değil yaşı ilerlemiş kişiler için de akika kurbanı kesilmesi gerektiğini söyleyerek, eskiden senin için akika kurbanı kesilmediyse şimdi kestir, belalardan kurtul, diyorlarmış.

Bu kimselerin, içinden geçtiğimiz şu salgın hastalık sürecinde insanların korkularını kullandıkları, bundan kendi vakıflarına/gruplarına menfaat devşirmeye çalıştıkları ve dini istismar ettikleri besbellidir.

Dinimizde adak, asla tavsiye veya teşvik edilmiş bir iş değildir. Peygamberimiz (s.a.s) hayatında hiç adak adamamıştır ve insanları da adak adamaya yönlendirmemiştir. Dinimizin tavsiye ve emrettiği ibadetler bellidir; beş vakit namaz, ramazan orucu, zekat, sadaka, kurban bayramında kesilen udhiyye kurbanı, hac, umre, dua, zikir… bunlardandır. Adak ise insanın kendi başına açtığı bir sorumluluktur. Dinimiz, madem ki ağzından böyle bir adak sözü kaçırdın, öyleyse artık o sözünde dur ve adağını yerine getir, der. Yoksa ilk başta kimseye, adak adayın, diye tavsiye etmez.

Bazılarının, Müslümanlıkta dilekleri gerçekleştirmenin etkili yolu adaktır, demeleri dine de iftiradır Peygambere de iftiradır. Peygamberimiz (s.a.s), bir isteği olanın Allah Teâlâ’ya dua  etmesini, hayırlı işlere ağırlık vermesini tavsiye etmiştir ama adak adamayı tavsiye etmemiştir. Hele bir de adak adayınca dileğinin  gerçekleşeceğini ve kaderinin değişeceğini zannedenlere karşı “adak kaderi değiştirmez ama adak nedeniyle cimrinin malı eksilmiş olur” buyurarak adak adayanları ima yoluyla kınamıştır. Böyle kimselerin aslında iyilik yapma niyetinde olmayan sadece kendi dileklerinin yerine gelmesi karşılığında çıkar için iyilik yapan, pazarlıkçı cimriler olduğuna işaret etmiştir. Buna rağmen sırf kendi dinî gruplarına maddi destek sağlayabilmek için, adakla ilgili olmadık iddialarda bulunanların, dinin hükümlerini çarpıtıp istismar ettikleri aşikardır.

İşin ilginç tarafı, ülkemizdeki bu istismarcı grupların öteden beri mezhepçilik yapıyor oluşu ve güya Ebu Hanife’ye tabi olduklarını her fırsatta dile getirmeleri. Halbuki örneğin, İmam Azam Ebu Hanife’ye göre, dinimizde çocuğun doğmasından dolayı akika kurbanı kesmek diye bir “ibadet” yoktur. Bu, sünnet değil mubah bir iştir. İslam’ın kurbanı, kurban bayramında kesilenlerdir. Kurban bayramındaki kurbanlar meşru kılındıktan sonra, diğer zamanlarda kesilen kurbanlar kaldırılmıştır.

Akika kurbanının ibadet olduğunu söyleyen alimler ve diğer mezhepler de, akikanın sünnet olduğunu söylerler. Yani, kesmezsen başına bela gelir, demezler. Kesen sevabını alır, kesmeyene günah olmaz, derler. Çünkü sünnet sayılmasının anlamı budur. Sünnet, farz ve vacip derecesinden aşağıdadır. Yine o mezheplere göre, akika kurbanı çocuklar için bir şükür olsun diye, ana-babaları veya velileri tarafından kesilir. Çocukluk dönemini geçmiş büyükler için akika kesilmez.

Akika konusunda nakledilen rivayetlerin birçoğunun zayıf veya başka rivayetlerle çelişik olması, diğer mezhepleri de bu konuda temkinli olmaya sevk etmiştir. Nitekim Peygamberimizin (s.a.s), peygamberlikten sonra kendisi için de akika kurbanı kestiği şeklindeki rivayetle, erkek çocuk için iki, kız çocuk için bir kurban kesilir, şeklindeki rivayeti amel etmeye uygun bulmamışlardır. Onlara göre akika sadece büluğ çağına gelmemiş çocuk için kesilir ve kız olsun erkek olsun her çocuk için bir kurban yeterlidir. Hatta o mezheplerden bazı alimlere göre, bir kimse kurban bayramında kurban kesiyorsa bu kurban, akika yerine de geçer, kişi ayrıca akika kurbanı kesmez.

Kaldı ki, başta belirttiğimiz gibi, Ebu Hanife’ye göre akika, sünnet dahi değildir. Bugün kendilerini Ebu Hanifeci ve İmamı Azamcı olarak pazarlayan ve sevmedikleri kişileri mezhepsizlikle suçlayanların, neden akika konusunda başka mezheplere sarıldıkları ve hatta o mezheplerde bile kabul görmeyen hükümlere tutundukları düşünülmeye değer. Belli ki, kendi gruplarına ve paralel yapılarına destek sağlamak söz konusu olduğunda, adak ve akika gibi paralı işleri bir fırsat olarak görüyorlar, bir anda mezheplerini de dinlerini de unutuyorlar.

Yine bunlardan bir kesimin, daha önceleri yaz mevsiminde Avrupa'da yatsı namazlarını kılmadıkları biliniyor. Bu mevsimde Avrupa'nın bazı ülkelerinde yatsı namazının vaktinin oluşmadığını, bu sebeple bu namazın kılınmayacağını söylüyorlardı. Ne zaman ki, ramazan ayı yaza denk geldi, bunlar yatsı namazını kılmaya başladılar. Çünkü eskiden beri, ramazan ayında teravih namazlarından sonra kendilerine bağlı mescitlerde para topladıkları söyleniyor. Şayet yaz aylarında yatsı namazını ve dolayısıyla teravihi kılmasalar, para toplayamayacaklardı. Bunu fark edince, bir anda eski tavırlarını değiştirdiler ve artık yaz mevsiminde de Avrupa'da yatsı namazını kılmaya başladılar. Allah kabul etsin (!)

Daha önce bu milletin dinini, zekatını, kurbanını istismar eden, peygamber kurbanı gibi asılsız işler üreten ve halktan topladıkları himmetlerle dünyayı ifsat etmeye çalışanlar vardı. Anlaşılan bunların huyu başkalarına da sirayet etmiş.
Maalesef, son yıllarda ülkemiz din istismarcılarından çok çekti. Aman dikkat! Herkes, kiminle birlikte çalıştığına iyi baksın.
16.04.2020
Bilal ESEN







Kurban organizasyonu yapan kuruluşlar etleri kime yediriyorlar/yedirebilirler?

Hepsi mi bilemiyoruz, ama duyduğumuza göre kurban organizasyonu düzenleyen bazı kuruluşlar kestikleri kurban etlerinden bir kısmını o esnada çevrelerinde bulunanlara, yabancı ülkelerdeki devlet görevlilerine, kendilerini ağırlayanlara, kendi cemaatlerinin adamlarına, başka dinlerin mensuplarına ve benzeri kimselere zengin-fakir ayırt etmeksizin veriyor, kimi zaman da pişirip ikram ediyorlarmış.
Bu uygulamaya itiraz edenlere ise, Kurban bayramında kesilen kurbandan (udhiyyeden) herkes yiyebilir, bunu adak kurbanı gibi sadece fakirlere vermek lazım değil, diyorlarmış.

Burada hatalı bir değerlendirme yaptıkları açıktır.
Elbette ki kurban bayramında kurban kesen bir kişi, bundan ailesine de yedirebilir, zengin misafirlerine de yedirebilir.
Fakat yardım için kurulmuş bir kuruluş, insanlardan kurban vekaleti alırken bu kurbanları fakir ülkelere ulaştıracağını söylüyor ve afişlerinde sürekli fakir ülkelerdeki aciz ve perişan insanların görüntülerini kullanıyorsa, bu kurbanları keyfince dağıtamaz, sadece fakirlere dağıtması gerekir.
Bu kuruluşlar, kurbanlar üzerinde mutlak yetkili değildirler. Sadece vekalet verenlerin bildiği ve izin verdiği işleri yapabilirler.

Şayet daha rahat davranmak istiyorlarsa, şeffaflık içinde hareket edip işin başında para toplarken, her şeyi açıklamalı ve para verenlerden geniş yetki almalılar ve bunu da sözleşmede belirtmeliler. Söz konusu kuruluşların, para verenlerin bilmediği ve ileride duyduklarında razı olmayacağı işlere girişmeleri ne dinen ne de hukuken geçerlidir.

Kuruluşların kurban organizasyonları, basit bir bağış işlemi değildir. Birçok farklı iş ve hizmeti içermektedir. Para verenler adına hayvan satın alınması, kesilmesi, etlerin (fakire, zengine, öğrenciye, devlet görevlilerine vb.) dağıtılması, organizasyon masrafları için kesinti yapılması, organizasyon görevlilerine ücret ödenmesi, kurbandan artan paraların ve etlerin çeşitli maksatlarla değerlendirilmesi, toplanan paralar eksik kaldığında çeşitli yöntemlerle tamamlanması ve bunlar gibi daha birçok mesele vardır.
Bütün bu meselelerde yardım kuruluşları, para verenlerin bilgisi ve izni dışında işlere girişemezler.

Bu sebeple her yardım kuruluşunun, kurban organizasyonuna girişmeden önce kapsamlı bir vekalet sözleşmesi hazırlaması gerekir. Böylece insanlar da neye vekalet verdiklerini bilmiş olurlar.

Kurban organizasyonu bir bağış meselesinden ibaret değildir. Bu iş "dernek gelirleri alındı belgesi" ile halledilebilecek kadar da basit değildir. Nasıl ki ticari hayatta bir firmaya iş yaptırırken sözleşme yapılıyorsa, nasıl ki bir binanın ya da caminin yapımını üstlenen müteahhitle sözleşme yapılıyorsa, nasıl ki bir GSM şirketinden alınacak 20-30 liralık bir tarifenin bile bir sözleşmesi varsa, işte kurban organizasyonları da böyle bir sözleşme gerektirir.
Allâhu a'lâ ve a'lem.

18.07.2019
Bilal ESEN





KİMSE SENİN İBADETİNİ SENDEN DAHA İYİ DÜŞÜNMEZ, DÜŞÜNMÜYOR

Şu mübarek günlerde dostlarıma tavsiyem, zekatlarımızı ve fitrelerimizi vereceğimiz fakirleri kendimiz bulalım, kendi ibadetimizi kendimiz yapalım. Hiçkimse bizim ibadetimizi bizden daha iyi düşünmüyor.
Birçok kişi ve kuruluş yardım kampanyası düzenliyor ama yardım toplamada temel amaç, biz şu kadar para topladık, diye övünmek, böbürlenmek sanki. Meselenin dinî boyutuna pek aldıran yok.
Bugüne kadar benim gördüklerim ve yaşadığım tecrübeler bu konuda dostlarımı uyarmamı gerektiriyor. Gayret-i diniyem bana bunu söylettiriyor.
Zekat ve fitreyi hatta kurban ibadetini başkalarının insafına bırakmak, ancak son seçenek olabilir. İleride üzülmemek için bu konuda çok tedbirli olmamız gerekiyor.
İşlerini usulüne uygun yapmayan ve yardım işlerinde titiz olmayan müslümanları da uyarmamız hatta üzmemiz gerekiyor. Çünkü birçoğu başka laftan anlamıyorlar.
Dost acı söyler, derler. İşlerin düzelmesi için neden illaki acı konuşmamızı bekliyorlar, anlamıyorum.
Maalesef zamanımız müslümanları, parayla ve malla imtihanlarında hiç başarılı değiller.

Bilal ESEN

KURBAN ORGANİZASYONLARINDA ŞEFFAF SÖZLEŞME

Kurban bayramında hayır kuruluşları tarafından gerçekleştirilen kurban organizasyonları bağlamında öne çıkması gereken kavram "vekaletle kurban"dır. "Kurban bağışı" tabirinin bile maksadı tam olarak anlatmadığı kanaatindeyim. Burada bir kurbanın dine uygun olarak kesilmesi kadar, vekalet verenin (müvekkilin) bilgisi ve iznine göre davranılması yani vekalet şartlarına uygun hareket edilmesi ve böylece güven verici şeffaf bir organizasyon gerçekleştirilmesi önem arz etmektedir. Ne yazık ki, bir çok kuruluş bu vekaletin içeriği hakkında detaylı bir taahhütte bulunmamakta, bu da kuşkulara neden olabilmektedir.

Kurban organizasyonlarında  sadece kurban kesme yoktur; vekalet veren adına hayvan satın alma, kesme, etini ve deri gibi parçalarını dağıtma şeklinde bir çok işlem söz konusu olduğu gibi, bütün bu işlemler için hizmet bedeli alınıp alınmadığı, alınıyorsa hangi bedellerin alındığı, paradan artan olup olmadığı, artanların nasıl kullanıldığı, para eksik geldiğinde nasıl tamamlandığı, töhmete vesile olacak başka işlerden kaçınılıp kaçınılmadığı, bir fetvası bulunsa bile halk tarafından duyulduğunda infiale yol açabilecek işlerden uzak durulup durulmadığı ve benzeri hususlar söz konusu olmaktadır.

Kanaatimce, örneğin kampanya broşürlerine, artan parayı "hayri hizmetlere" harcayacağız diye yazmak yeterli değildir. Hayri hizmet kavramı bugün içi boş duruma düşürülmüştür. Hayri hizmet; kimilerine göre fakire yardımdır, kimilerine göre kuruluşun kendi çalışanlarının gönlünü yapması, onlara lojman veya lüks araç tahsis etmesidir, kimilerine göre gidilen ülkedeki yetkililere İslam adına ziyafet vermektir, kimilerine göre o yardım kuruluşunun zihniyetindeki bir gazeteye, TV kanalına ya da ticari bir dershaneye para aktarmaktır, kimilerine göre batmakta olan bir "dindar" şarküteri esnafına kurban etini ucuz olarak satıp onu kurtarmaktır... Şimdi bütün bunlar çeşitli yorumlardır. Fakat kurban organizasyonlarında söz konusu olabilecek hayri hizmetler, ancak kurban sahiplerinin yani vekalet verenlerin bildikleri ve onay verdikleri hizmetlerdir. Vatandaştan topladığı para ile faaliyet gösteren yardım kuruluşlarının bu konuda mutlak tasarruf yetkileri yoktur. Onların bütün yetkileri, vekalet sözleşmesine bağlıdır.

Vekalet, insanlar arasında gerçekleşen bir akit/sözleşme olduğuna göre, hayır kuruluşlarının çok açık sözleşme metinleri hazırlamaları güzel olmaz mıydı? İnsanlar vekalet verirken neye onay verdiklerini ayrıntılı şekilde bilseler ve o kuruluş da neleri yapmayı taahhüt ettiğini adım adım bütün detaylarıyla beyan etse ve hesap verebilir olmayı öne çıkarsa güzel olmaz mı?

Bazıları, 'biz internet sayfamızda bilgi veriyoruz' diyorlar. Ama benim kastettiğim sadece bilgi verilmesi değildir. Kurumsal taahhüt açısından meseleye bakılması gerekir. Kurban hakkındaki genel bilgileri herkes verebilir fakat belli bir şeyi yapmayı taahhüt edip etmemek  ayrı bir meseledir. Sırf kitaplarda yazılan bilgileri ki, bu bilgilerin çoğu da ayrıntılı ve güncel değildir, bunları aktarmak taahhüt etmek anlamına gelmez. Taahhüt ve sözleşme, kuruluş ile vatandaşın üzerinde karşılıklı anlaşma sağladığı belli hususların bulunmasını gerektirir. Böyle bir anlaşma ıslak imzalı bir metin şeklinde düzenlenebileceği gibi, elektronik ortamdaki bir onaylamadan ibaret de olabilir. Fakat şartları belli olmayacak şekilde bir vekalet gerçekleştirilmesi, hatta vekalet olup olmadığı bile netleştirilmeyen meçhul bir işlem yapılması, sıhhatli bir iş değildir.

Hani mesela, online olarak vekaletin verildiği ve ödemenin yapıldığı sayfada "vekalet şartlarını kabul ediyorum" butonu olsa ve oraya tıklandığında tüm şartlar açık açık görülüp okunsa ve sonra para yatırma gerçekleşse... Böylece kuruluşun neyi taahhüt ettiği ve vatandaşın da neye onay verdiği net olarak belirlenmiş olacaktır ki, bu epey bir şeffaflık demektir. Benzer bir işlem vezneden para yatırırken veya büroya gelip vekalet verirken de yapılabilir.

Bilinmektedir ki, yardım kuruluşlarının bu tür faaliyetleri hakkında günün birinde medyada bir haber yayınlanıp "şöyle şöyle yapıyorlarmış!" diye bir şayia koptuğunda halkta büyük bir güven kaybı yaşanmaktadır ve tüm "hayri hizmetler" yara almaktadır. 2009 yılında ülkemizde savcılık tarafından başlatılan kurban yolsuzluğu soruşturmasının yankılarını bir hatırlayalım. Neler gündeme gelmişti? Bu soruşturmada ilgili kuruluşların yetkililerinden bazılarına yöneltilen suçlamaların bir kısmı şöyleydi: yolsuzluk, dolandırıcılık, iyi niyeti süistimal, güveni kötüye kullanma, resmi belgede sahtecilik...

Tüm bu olanların ve benzerlerinin tekrarlanmaması için hayır kuruluşlarının "kurban organizasyonlarında şeffaf sözleşme" dönemini başlatmalarını öneriyorum. Bu, onlara duyulan güveni daha da arttıracak, hizmetlerine güç verecektir.

Bazı kimseler, böyle organizasyonlarda açık sözleşme yoksa da zımnen kabul vardır, bunun örfü oluşmuştur ve hâlin delaletiyle bütün şartlarda anlaşma sağlanmıştır diyebiliyor. Bu yorumlara katılmak mümkün değildir. Eğer öyle olsaydı 'yukarıda değinilen kurban yolsuzluğu bağlamındaki işlere vatandaşların onayı vardı, herkes bu suiistimallere razıydı' dememiz gerekirdi. Henüz bu konuda örf oluşmamıştır. Anılan yolsuzluklar ve başka bazı sebepler bu konuda sağlam bir örf oluşmasına engel olmuştur. Çağımız, şeffaflığın arandığı bir çağdır, güven ve itibarın zayıfladığı bir çağdır.

Ayrıca konunun önemini kavramak isteyenler, aşağıdaki farazi soruları bir düşünsünler. Bu sorular halkımıza yöneltildiğinde insanların ne cevaplar verebileceğini ve ilgili kuruluş hakkında nasıl bir zan besleyebileceklerini bir düşünsünler:

1) Parandan artanın, bir TV kanalına aktarılacağını öğrenseydin kurbanını o kuruluşa kestirir miydin?

2) Kesilen kurbanların etlerini, kendi kurumlarının çalışanları arasında paylaştırdıklarını, kendi komşularına ve akrabalarına hatta zenginlerin evlerine dağıttıklarını bilsen, o kuruluşa kurban parası yatırır mıydın?

3) 100-200 TL'ye (yurtdışında bazı yerlerde 30, 50, 60 Euro'ya) satın alınabilen kurban için senden 300-500 TL aldıklarını bilseydin...?

4) Kurban etlerini fakirlere dağıtmayıp sattıklarını ve parasını başka işlere harcadıklarını bilseydin, kurbanını o kuruluşa kestirir miydin?

5) Hayır paraları neden reklamda harcanır?
Kurban parası diye topladıkları paranın yüzde 10'a yakınını reklamlara harcadıklarını bilseydin, kurbanını o kuruluşa kestirir miydin?




Son söz: illaki şeffaf sözleşme !

27 Ağustos 2015
Bilal ESEN