fetva etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
fetva etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

PROMOSYONUN HELALLİĞİ ÜZERİNE

Promosyon konusu, zamanımızda dinî hükmü çokça tartışılan ve bazı katılım bankalarının bir haksızlık ve sömürü aracı olarak kullandığı, istismar ettiği hususlardan biridir. Meselenin dinî yönüne, özellikle promosyonu alacak "memurlar" açısından bakarak şunları söyleyebiliriz:

1. Bankaların, kendileri aracılığıyla maaş alan memurlara verdikleri promosyonlar, onların birer hediyesi değildir. Promosyon vermeleri devlet/işveren tarafından zorunlu tutulmuştur. Ayrıca promosyon, kurumla banka arasında yapılan "hizmet sözleşmesi"nin de bir parçası ve gereğidir. Miktarı bu sözleşmede belirlenmektedir. (Bankayla kurum arasındaki bu hizmet sözleşmesinin ve sözleşme bedeli konusunun ele alındığı bir yazı için bk. Halit Çalış, "Maaş Promosyonu Neyin Karşılığıdır?", Facebook sayfası) Özel sektörde de, çalışanlara verilen promosyonlar işçiyle işveren arasındaki iş sözleşmesine dayanıyorsa veya bankayla maaş sözleşmesini yapan bizzat çalışanın kendi değilse bu tür bir promosyon da bankanın bir hediyesi değildir, sözleşmenin bir gereğidir. Dolayısıyla memurlar açısından promosyon, bankanın bir hediyesi gibi değerlendirilemez. Olsa olsa, devletin/işverenin bir hediyesi olur. Gerçi hediye olmadığını ve bir sözleşmenin bedeli olduğunu bu yazıyla açıklamış oluyoruz.

2. Memurlar, kurum ile banka arasında yapılan maaş ve promosyon sözleşmesinin bir tarafı değildirler. Onlara promosyon olarak bazı avantajlar sağlanması, devletle bankalar arasında öteden beri var olan bir hukuki ilişkinin ve son olarak kurum ile banka arasında yapılan hizmet/maaş sözleşmesinin bir gereğidir. Maaş alan taraf konumundaki memurun kendisinin herhangi bir sözleşme yapması söz konusu değildir. Bankalarla promosyon anlaşmasını yapan yöneticiler, memurların temsilcileri değil işverenin/devletin temsilcileridir. Memurlar, ancak hesaplarına maaş yattıktan sonra o maaşta tasarruf etme hakkına sahip olmaktadırlar. Bu aşamadan önce banka ile devlet ve işveren arasında gerçekleşen işlerden onlar sorumlu değildir. Dolayısıyla çalışanların, promosyon üzerine bir akit yaptıklarını ve bu akitte de "faiz" ya da "faiz şüphesi" bulunduğunu söylemek doğru değildir. Akdi yapan, başkalarıdır. "Faiz" ve "faiz şüphesi" ancak kişinin kendi yaptığı bir sözleşmede söz konusu olursa, onu ilgilendirir. Aksi halde kendisinin bir sorumluluğu olmaz.

3. Memurlara verilen promosyon, maaşın bir ilavesidir. İşverenler -ki memurların işvereni devlettir- yaptıkları çeşitli anlaşmalarla çalışanlarına bazı avantajlar sağlayabilmektedirler. Kısacası, çalışanların aldıkları maaşlar ne kadar helalse promosyon da o kadar helaldir. Herhangi bir işveren, kimi zaman çalışanlarına prim verdiğinde, mesela bir millî bayram vesilesiyle maaş + prim vermeyi taahhüt ettiğinde bunun hükmü neyse, maaş + promosyonun hükmü de odur. Çalışanın yaptığı iş meşruysa maaşı ve promosyonu da helaldir. O, işinin ve pozisyonunun karşılığını almaktadır. Promosyonu maaşa ilave eden veya etmeyi zorunlu kılan, işveren/devlet olduğuna göre, bunu bankanın bir hediyesi olarak görmek isabetli olmaz. Dolayısıyla söz konusu promosyonun dinî hükmünü, malının çoğu haramdan olan bir kuruluşun hediyesini almak bakımından değerlendirmek sağlıklı değildir.

Bu noktada bazıları, bu promosyonun kaynağının sorgulanmasını istemektedirler. Buna gerek yoktur. Aksi takdirde memurun normal maaşının kaynağını da sorgulamaları gerekir ki, mesele çok çatallanır ve devletin tüm gelirlerinin kaynağını sorgulamaya ve dolayısıyla bütün maaşların helal olmayabileceği iddiasına yol açar. İşi bu kadar çatallandırmadan, biz memur açısından olaya bakıp memur çalıştığının karşılığını alıyor, yaptığı iş helalse maaşı da helaldir, diyebiliriz. İşveren tarafın yani devletin bu parayı nereden kazandığının o maaşın helalliğine etkisinin olmadığını kabul ederiz. Zaten bugün tüm kurumlardaki memur maaşlarının helalliği ancak böyle bir izahla açıklanmaktadır. Devletin verdiği maaşın kaynağını sorgulamaya gerek olmadığı gibi devletin verilmesini zorunlu tuttuğu ve nihayetinde bir sözleşme karşılığı /bedeli olarak verilen promosyonun kaynağını sorgulamaya da gerek yoktur. Memurun bulunduğu pozisyonun helal bir iş üzerine olması yeterlidir.

4. Promosyonun helal olması konusunda bankalar arasında bir fark yoktur. Zira bu konuda katılım bankalarının yaptığı işlemlerle diğerlerinin işlemleri aynıdır. Kurumlarla yaptıkları maaş sözleşmelerinde esası etkileyecek bir fark yoktur. Dolayısıyla verdikleri promosyon da dinî bakımdan aynı hükümde olmalıdır.

5. Promosyondaki şüphenin, akdî şüphe ve faiz şüphesi olmasa bile takvaya aykırı olma ve kalbe huzursuzluk verme anlamında genel bir şüphe olduğu söylenecek olursa, bu kabilden şüpheli işlere haramdır demek ilmî usullere uygun değildir. Hem böyle bir yaklaşım, hayatı çekilmez kılar. Şüpheli işlerden takva (vera') gereği uzak durmak, dinî bir zorunluluk değil bir tavsiyedir, kişinin kendi inisiyatifindedir. Fetvayla yetinip takvayı tercih etmemek, haram işlemek şeklinde görülemez. Takvadan harama doğru arada birçok kademe vardır.

6. Her şüpheli iş haram sayılacak olsa, aynı tutumu sadece promosyonda değil başka meselelerde de sürdürmek gerekmez mi? Mesela kasko ve diğer bazı sigorta türlerinde de böyle demek gerekirdi. Yine mesela katılım bankalarının çoğu işlemi de esasında şüphelidir. Zira bunlar diğer bankaların yaptığı işlemlere çok çok benzemektedir. Aralarında neredeyse hiçbir fark yoktur. Çoğu kez, sadece birkaç kelime değişikliğiyle bir kılıf bulma vardır. Hatta katılım bankalarının işlemlerindeki bu şüphenin takva açısından genel bir şüphe değil, akdî şüphe ve faiz şüphesi olması daha muhtemeldir. Eğer her şüpheli iş haram sayılacak olsa, katılım bankalarının nerdeyse bütün işlerine de haram denilmesi gerekirdi. Ne gariptir ki, faiz şüphesi var diye veya genel olarak şüpheli diye promosyona cevaz vermeyenlerin kahir ekseriyeti, katılım bankacılığı alanındaki şüpheli işlemlere haram dememektedirler. Böyle bir tarafgirlik görüntüsü, ilmi bakışla uyuşmaz. İlkeli olmak gerekirse, belli kişi ve kurumlar lehine tarafgir davranmak anlamına gelebilecek tavırlardan uzak durmak icap eder.

7. Promosyon parası, velev ki şüpheli sayılsa bile bankalara bırakılmamalıdır. Çalışan bunu alır, dilerse kendisi için kullanır dilerse yakınlarına veya ihtiyaç sahiplerine verir. Bu konuda tasarruf etmeye kendisi daha layıktır. Bunun aksine o paranın alınmayıp tamamen bankaya bırakılması veya kurumun, piyasaya göre düşük bir promosyon üzerine anlaşma yapması, bankaya destek olmak anlamına gelir. Halbuki asıl destek olunması gerekenler, zamanımızın ekonomik zorlukları içinde yaşayan çalışanlar ve onların yakınlarıdır.

Şüpheli sayılsa bile bu promosyonların çalışanların inisiyatifine bırakılması gerekir. Aksi halde bankaların zulmüne yol açılmış olur ve zulüm noktasında da diğer bankalarla katılım bankaları arasında maalesef günümüzde pek bir fark olduğu söylenemez. Hatta bazı katılım bankalarının hizmetlerinin yetersizliği, iş bilmez oluşları, beceriksizlikleri ve vatandaşın işini zorlaştırmak için türlü türlü bahaneler üretmeleri, kimi zaman bunların zulmünün daha büyük boyutlarda olmasına yol açabilmektedir.

8. Promosyonun dinî hükmü konusunda birbirinden farklı birçok görüş vardır. Tamamen helaldir diyenler yanında haramdır diyenler de vardır. Şüphelidir, diyenler de bunların ortasında bir yerdedir. (Bk. DİYK İstişare Toplantısı, 2007) Mesela Din İşleri Yüksek Kurulu'nun 2017'deki fetvasının bu yönde olduğu söylenebilir. Şu da var ki, bu fetvada ne denildiğini anlamak kadar, ne denilmediğini kavramak da önemlidir.

Baktığımızda Din İşleri Yüksek Kurulu, o fetvasında promosyon hakkında;

Promosyon faizdir, dememiştir.

Promosyon haramdır, dememiştir.

Promosyon caiz değildir, dememiştir.

Promosyon parasının mutlaka elden çıkarılması ve ihtiyaç sahiplerine verilmesi gerekir, dememiştir.

Promosyonun hükmü konusunda katılım bankaları ile diğer bankalar arasında fark vardır, dememiştir.

Peki ne demiştir? Bu tespitlerden sonra şimdi o fetvada ne denildiğine bakılabilir:

"Banka Promosyonu caiz midir?

Bankaların, kamu veya özel sektörde çalışanlara, çalıştığı kurumlar tarafından maaşlarını kendilerinden almayı tercih etmeleri karşılığında vermiş oldukları promosyonlar, işleyiş bakımından faize tam olarak benzememekle birlikte faiz şüphesinden de tümüyle uzak değildir.

Bu itibarla, temel ihtiyaçlarını karşılayacak durumda olanların bu parayı kendileri ve bakmakla yükümlü oldukları yakınları için kullanmamaları; bilakis ihtiyaç sahibi fakirlere vermeleri uygun olur.

Din İşleri Yüksek Kurulu  18.08.2017"

(Fetvanın linki: https://fetva.diyanet.gov.tr/Cevap-Ara/1313/banka-promosyonu-caiz-midir Erişim: 18.12.2024)
Kısacası Kurul'un promosyona haram dediğini söylemek, gerçeğe uygun değildir.

O fetvadaki yaklaşım, söz konusu kurumun geçmişte devlet tarafından çalışanlara verilen "nema"lar hakkında, basına yansıyan yaklaşımıyla da benzerlik arz etmektedir. (Bk. https://www.milliyet.com.tr/gundem/diyanet-nema-haram-degil-5180728 )

9. Promosyon, velev ki takva yönünden şüpheli sayılsın, dinen haram olduğu bilinen işlerden daha masumdur. Aradaki farkı görmek ve birbirine karıştırmamak gerekir. Promosyon; alkollü içki içmek, zina yapmak, adam öldürmek, kumar oynamak, toto-lotodan para kazanmak, faiz yemek, hırsızlık yapmak, rüşvet almak, torpil yapmak ve torpille bir işe girmek gibi sakıncalı işlerden değildir. Çalışmadan ve hak etmeden maaş almaktan, vakıf malına el uzatmaktan, devlet malına hıyanet etmekten, israftan ve kul hakkını çiğnemekten daha masumdur.

Sonuç olarak;

Memurların, günümüzde maaşlarına ilaveten verilen promosyonları almaları ve kullanmaları caizdir. Maaş alınan bankanın katılım bankası veya diğer bankalardan biri olması arasında fark yoktur. Buna bağlı olarak, alınan promosyonlar, ev masraflarını karşılamak, borçları, vergileri ve para cezaları gibi her türlü ödemeyi yapmak için kullanılabilir veya yoksullara, afetzedelere, mültecilere ya da yardım kuruluşlarına verilebilir.

Allahü a'lâ ve a'lem.

18.12.2024

Dr. Bilal ESEN

İslam Hukuku




İlgili yazılar:

HER SORULANA FETVA VEREN DELİDİR

"34 ay boyunca, İbn-i Ömer'in yanında bulundum. Kendisinden fetva istendiğinde çoğunlukla 'bilmiyorum' diye cevap verirdi."
(Utbe b. Müslim)
(Not: İbn Ömer, Hazreti Ömer'in oğlu ve büyük bir âlim)



"Kendisine ne sorulursa hepsine fetva veren kişi, delidir."
(Abdullah b. Mesud - Sahâbi)
(Kaynak: Mehmed Fıkhî el-Aynî, Risale fi edebi'l-müftî, s.52)



“Ahiretlerini dünya uğruna satanlar, en bedbaht insanlardır. Ancak onlardan da bedbahtı, kendi ahiretlerini başkasının dünyası uğruna satanlardır. İşte bunlar, başkasının keyfine göre fetva verenlerdir."


"Ey ilim sahipleri!
İnsanlara anlayabilecekleri şeyleri söyleyin. Anlamayıp da Allah'ı ve Peygamberini yalanlamalarını mı istiyorsunuz?"
(Hz. Ali r.a.)

Aceleyle üretilen ucuz (!) fetvalar

KRAVAT SEÇMEK İÇİN AYRILAN ZAMAN NE KADAR?
FETVA ÜRETMEK İÇİN AYRILAN ZAMAN NE KADAR?
Fen bilimlerinde bir bilimsel sonucu elde edebilmek için birçok araştırma ve defalarca deney yapılır. Belki onlarca, yüzlerce deneyden sonra karara varılır. Sosyal bilimlerde ileri sürülen tezlerin de çok çeşitli araştırmalara, bulgulara dayanması gerekir.
Peki, din konusunda fetva verenler ve ahkam kesenler, bu hükümlerini kaç araştırmaya dayandırıyorlar? Kendileri o fetva için ne kadar zaman ayırıyorlar acaba?
Bir kravat almak için üç ayrı mağaza gezen, bir ayakkabı almak için birkaç hafta boyunca mağaza mağaza dolaşanlar, bir fetvayı sadece 3-5 dakikada üretebiliyorsa, onlara sadece Allah'tan korkmalarını söylerim.



JET İMAMLARDAN DAHA TEHLİKELİ OLANLAR: JET FETVACILAR


Şu zamane hocaları, kendilerine bir ayakkabı almak için ayırdıkları zaman ve yaptıkları araştırma kadar, her bir fetva için de zaman ayırıp araştırma yapabilselerdi keşke. Maalesef sorulur sorulmaz hemen şipşak cevap veriyorlar. Hızlı ve ucuz... Alın terinin değmediği fetvalar bunlar.
Halbuki,
Ayakkabıda yapılacak yanlış, parayı yakar, çöpe atar, belki biraz da ökçeleri yaralar.
Ama fetvada yapılacak yanlış, canı yakar, hocayı cehenneme atar ve belki de öbür dünyasını tamamen karartır.
Bunu kavrayabilmek için daha ne kadar okumak lazım?

LÜZUMSUZ SORULARIN FETVASINI ARAMAK !

Bir romanda yer alması bakımından tarihi gerçekliği tartışılabilir olsa da, mevzuyla ilgili güzel bir tasvir yapılmış.
İşte din konusunda kendisine danışılan, fetva sorulan kimselerin karşılaştığı lüzumsuz sorulara örnekler:

Hz. Hüseyin'in, Kerbela'ya doğru yola çıkmadan önce Mekke'ye geldiği, orada ümmetin o günkü sıkıntıları ve hilafet sorunuyla ilgili çare aradığı günlerdi. Etrafını zaman zaman insanlar sarıyordu.

"Kimi Tufan günü inananları kurtaran geminin boyunu posunu merak ediyor, kimi Yusuf Nebiye aşık olan Züleyhanın yaşını başını soruyordu... bir dilenci ona yanaşıp ısrarla Âdem Aleyhisselamın dünyada yediği ilk yemeği sorunca nihayet İmam sinirlenmiş ve sırf bu dilenciden uzaklaşmak için mekanı terk etmişti... Pazara girdikleri vakit pusudalarmışcasına bekleşen sözde meraklı müminler yine etraflarını kuşatmıştı.. Adamlardan biri devesini abdestsizken otardığını, bu yüzden onun sütünün kendisine haram olup olmadığını soruyordu. Bir başkası, böylesi sütlerin koyulduğu kaplardan daha sonra zemzem içmenin hükmünü öğrenmek arzusundaydı. Aldıkları cevapları beğenmeyip tatmin olmaz iştahlarla, itirazlarını artırarak yeniliyorlardı... “Ameller niyetlere göredir ve ben Dedem gibi vahiyle desteklenmiyorum deyiverdi. Sözün fazlası gönülleri bozacaktı. Allah’ın selamıyla oradan uzaklaşmaya başladı." (Ahmet Turgut, İlk Kerbelâ Romanı: Aşkın Şehidi, s. 133, 138, 148)