Bugünlerde umut verici gelişmelere şahit olduğumuzu düşünüyorum. İlahiyat alanındaki aykırı sesler bile şimdiye kadar dile getirdikleri bazı fikirlerle deizmin ve ateizmin değirmenine su taşımaya alet edildiklerinin artık farkına vardılar, söylemlerini yeniden gözden geçirmeye başladılar.
Bu tespiti yaparken maksadım, koskoca bir camiada hiç bir güzellik bulamamış da birkaç ihtida (!) öyküsüne sarılmış bir görüntü vermek değil. Fakültelerimizde tabii ki güzellikler ağırlıktadır ve aldığımız eğitimde bize en ufak bir hayrı dokunanlara minnettarız.
Şu da var ki, sessiz çoğunluğu bir yana bırakırsak, sesini yükseltmekle maruf bazı akademisyenlerin son zamanlardaki fren seslerini duymamak ve yola bıraktıkları lastik izlerini görmemek bir eksiklik olur. Bu sesler ve izler öyle sanıldığı gibi çevre kirliliğine yol açmıyor. Bunlara şahit olmanın ayrı bir güzelliği var.
Neler oldu peki?
Başta o aykırı sesler olmak üzere neredeyse bütün ilahiyatçılar, son zamanlarda, kendilerinin ileri sürdüğü bazı "yenilikçi" fikirlerin deizme yaradığını gördüler ve bundan beri olduklarını belirten açıklamalar peş peşe gelmeye başladı. Belki deizmle ilgili bir derneğin kuruluş bildirgesinde bazı ilahiyatçıların referans gösterilmiş olması, belki de tarihselcilik adına ileri sürülen bazı görüşlerin, ayetlerin ahlaka aykırılığını iddia edecek ve Kur'ân'ı beşer sözü sayacak kadar ileri gitmiş olması bu noktada tetikleyici oldu ve "dinin güncellenmesi" meselesiyle deizm arasına mesafe koymaya yönelik biraz da mahcubiyet içeren tespitler artmaya başladı.
Aykırı görüşleriyle tanınan kimi akademisyenler, yenilikçi olsalar da tarihselci olmadıklarını, kimileri tarihselci olsalar da deizme kayan tarihselcilerden olmadıklarını beyan eden yazılar yazdılar, yazıyorlar. Bu yazıların önemli bir kısmı sosyal medya paylaşımları biçiminde. Temennimiz bunların akademik makalelere ve kitaplara da dönüşmesi.
Fazlurrahman'ın fikirlerini Türkiye'ye getiren ve yayan kimseler dahi, bazı tarihselcilerce ileri sürülen uç iddialardan rahatsız olmuş durumdalar ve şimdilerde fazlurrahmancılığın deizmden farkını ortaya koymaya çalışıyorlar.
Gerçi problem sadece deizmden sakınmakla bitiyor mu? Çünkü bizim geleneğimize göre sakıncalı işler sadece deizmle nitelenmiyor, bununla sınırlı değildir. Ehl-i bid'atın bid'atından başlayıp fısk, haram, kebîre, sağîre ve mekruh diye devam eden nitelemeler de var. Bu kavramların da bize söylediği birşeyler var. Geleneğimiz ya hep ya hiç diye bir kısırlığı bize dayatmış değil. Sayılan kavramlar ve benzerlerinden her biri, sakıncalı işler yapanlara yönelik tepkinin veya kucaklamanın ne derece olacağına dair işaretler veriyor. Yelpazenin iki ucu arasındakine benzer dereceler ve kademeler kabul edilmiş. Aksi yöndeki iddialar haksızdır. Münkerler detaylı ayırımlara tabi tutulduğu gibi maruflarda da kısır bir ikilik yok. Farzı var, vacibi var, müstehabbı... var.
Son günlerde yaşananlarla ilgili umudumuz, bu rüzgardan, aykırı seslerin tümünün etkilenmesi, yarardan çok zarar getiren tartışmaların bırakılması, İslam'ın ve müslümanların sesini yükseltecek yerde deizmin sesi haline gelmekten vazgeçilmesi.
Onlardan, üfürükçülerin nefesine, kahinlerin safsatalarına inanmalarını veya tekkede el alma merasimine dahil olmalarını beklemiyoruz. Ama haklarında ne doktorlar ne profesörler teşhis koymuş, buna bir baksınlar da pansumandan kaçmasınlar istiyoruz. İleri sürdükleri görüşlerin vehametini ortaya koyanlara kızıp onların kişiliklerine saldırmalarının ve hakaret etmelerinin kimseye bir faydası yok. Sövüşmeyi bir ilahiyat dili haline getirmek, bu alandaki bütün kazanımların heba olmasına yol açacak bir potansiyeli barındırıyor.
Sözün burasında bir dua etmek geldi içimden. Yüce Allah'tan hastalıklarımıza şifa, dertlerimize devâ, ümmet-i Muhammed'in gençlerine ve tüm fertlerine kavî iman nasip etmesini diliyorum.
07.02.2019
Bilal ESEN
deizm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
deizm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
AKADEMİK ÖZGÜRLÜK MÜ?
Peki, çocuğunuzu gönderdiğiniz okulda, İslam'ı anlatması ve öğretmesi gereken bir din hocası, faraza, İslam'a tamamen aykırı fikirleri İslam diye anlatıyor ve deizm propagandası yapıyor olsa, burada mesele ifade özgürlüğü ve "akademik özgürlük" meselesi midir yoksa...?
Velhasıl, akademik özgürlük meselesini iyi düşünmeli.
TARİHSELCİLİK TARİHSELCİLİĞE KARŞI ya da TARİHSELCİLİK - DEİZM İLİŞKİSİ
Tarihselcilik adı altında deizm propagandası yapıldığı yönündeki kuşkular artıyor. Nitekim bugünlerde bir tarihselci yazarın bile diğer tarihselcileri tenkit ettiğini ve onların fikirlerinin deistlerin fikirlerine yaklaştığını belirten bir gazete yazısı kaleme aldığını görmüş bulunuyoruz. Arada "biraz" fark olduğunu söyleyen söz konusu yazar, bir tarihselcinin, tarihselciliği kendi tekelindeymiş gibi göstermesini ve "ben onu cami avlusuna bırakılmış buldum ve tebenni ettim/evlat edindim" demesini de eleştiriyor. Yazar, deizme kayan tarihselciliğin Fazlurrahman çizgisinden bir ayrılış olduğu tespitini yapmakta ve bu kopuşa karşı tepkisini facebook paylaşımlarında da sürdürmektedir:
"Deizm"e kayan tüm zevatın, Fazlurrahman'ın teorisyenliğini (teolojisini) yaptığı "Tarihsel Yaklaşım" metodolojisi ile hiç bir ilgisi yoktur. Merhumun bütün çabası, Kur'an'ı ve İslam'ı çağın seküler istiğnasına karşı bir mukabele (karşı meydan okuma) olarak vazetmektir. Dürüst ve namuslu olan herkes, bunu böyle bilmesi gerekir." (Kaynak )"Allahı gereği gibi takdir edemeyip: "Allah, bir insana (peygamber) bir şey (vahiy) indirmemiştir." (6/91) diyen cahiliyye dönemi "Deist"leri ile bugünküler ve bizimkiler arasında ne fark var?" (Kaynak)
"Tarihselcilik, Fazlurrahman'ın ve muakkiplerinin çalışmalarında gayet net olarak ortaya konduğu gibi, Kur'an'ı indiği Antropolojik-Sosyolojik ve Politik İktisat(Tarihsel) koşullarında anlamaya çalışır. Kur'an'ı veya ayetleri "eleştirmez". (Kaynak: Bir önceki alıntının alt kısmında yazarın kendine ait yorum)
Bu alıntılardaki cümlelerin, ahlaka aykırı ayetler bulunduğunu söyleyerek adeta Kur'ân'ı eleştiren ve Kur'ân'ı Allah'ın sözü değil Peygamberin sözü sayan tarihselcilere bir reddiye olduğunda şüphe yoktur. Hatta yazar daha açık bir ifade kullanarak, yukarıda ilk alıntı olarak yer verdiğimiz paylaşımının altındaki yorumlardan birini şöyle cevaplıyor:
"Bu tip kanaatler, boş lakırdılardır. Allah, defaale vahy cümlelelerinin kendisine ait olduğunu söylüyor. Buna ya inanırsın veya inanmazsın. Kimse o özel ilşikiye muttali olamıyacağı için fikir/yorum beyan edemez. Ederse de boş konuşmuş olur vesselam."
Tarihselciliği tarihselcilerden korumaya çalışan yazara göre, tarihselliği savunanların, teoriyi dört başı mamur bir şekilde ortaya koyamamış olmaları, karşı eleştirilere alan açmıştır. Bu noktada yazar şu benzetmeyi yapıyor: “Ürmesini bilmeyen it, yatağına kurt çağırır.”
Görüyoruz ki, tarihselci fikirdaşlar birbirlerini, başkalarının eleştirmediği biçimde eleştiriyor ve deizme yaklaşmakla itham ediyor ki, bunun tercümesi, İslam dairesinden dışarı doğru gidiyorsunuz, fren yapın, demektir. Çünkü deizmden kastın ne olduğu taraflarca malumdur. Bilmiyoruz belki de bu bir aforoz tehdididir ama henüz tarihselcilikte böyle bir yetki olduğundan haberdar değiliz.
Tarihselciliği korumaya çalışan yazarın, "tarihselciliğin çöküşü"nden bahsedenleri de yanılgı içinde olmakla eleştirdiği söylenebilir. Fakat bizim coğrafyamıza ithal edilen tarihselciliği, propagandasını yapanların dilinden anlamaya çalışanların bir kusuru olmadığını düşünüyoruz. Tarihselci anlayışın mahiyetinin ve maksadının ne olduğu konusunda önce tarihselciler kendi aralarında bir anlaşabilirlerse kendilerinin mi yoksa onların fikirlerini tasvip etmeyen müslüman çoğunluğun mu yanılgı içinde olduğu meselesine ancak o zaman sıra gelir.
Şu durumda tarihselcilerin, gelen eleştiriler sebebiyle birbirlerini sorgulamaya başladıklarını görmek "akademik özgürlük" bakımından ümit verici gözüküyor. Gelinen noktada tarihselci görüşlere katılmayan ilahiyatçıların da en az, tarihselciliği korumaya çalışan yazar kadar "cesur" olmalarını beklemek haksız bir talep değildir, diye düşünüyorum.
Tarihselciliği korumak adına diğer tarihselcileri eleştiren söz konusu gazete yazısını okumak isterseniz: http://m.karar.com/gorusler/tarihselcilige-dair-yanilgi-1083029
("Tarihselciliğin Çöküşü" başlıklı yazımı okumak isteyenler blog sayfamdan okuyabilirler: https://bilalesen.blogspot.com/2018/12/tarihselciligin-cokusu.html )
13.01.2019
Dr. Bilal ESEN
İSLÂM'IN HÜKÜMLERİNİ SIRTLARINDA TAŞIYAMAYANLAR DEİZM DİYE BİR ŞEY KEŞFETTİ (!)
Başlamadan önce, bu yazıda ilahiyatçı kavramını, dinle ilgilenen ve din hakkında konuşmayı meslek edinen kişi anlamında genel bir ifade olarak kullandığımı belirtmek isterim.
Bugünlerin moda tabiri deizm. Peki deizm bir din midir? Hayır! Dinsizlik midir? Hayır! Nedir o zaman deizm?
Deizm, "bir tanrıya inanırım ama hayatımı tanrının istediği şekilde değil keyfime göre yaşarım", diyenlerin uydurduğu bir şey. Bugünlerde bu tabir, İslam ahkamını ve özellikle de ameli hükümleri kendi üzerlerinde ağırlık gören sözde ilahiyatçılar, felsefeciler ve sözde Kur'ancı olduğunu söyleyen kişiler tarafından parlatılıyor.
Çünkü dinin amel boyutu onlara ağır geldi. Böyle bir din olmaz, dediler. Dinde bu kadar çok ahkam olduğu için insanların bu dinden kaçtığını söylediler. Ve kaçılan yeri deizm diye tanımladılar.
Demek istiyorlar ki, siz dinde bu kadar ahkam olduğunu söylerseniz, dini hayata uygulamaya kalkarsanız insanlar da dinden kaçar. Dinin zihinde ve kalpte olduğunu, kişinin kalbi temiz olduktan sonra hayatını istediği herhangi bir ideolojiye göre tanzim edebileceğini, bunu yaptığında da İslam'ı doğru olarak yaşamış olacağını söyleseydiniz, işte bu, doğru olurdu (!)
Evet saydığım kesimler adeta bunları söylüyorlar. Bu kesimler dışında, güya tasavvufu savunmak adına fıkıh ilmine ve kelam ilmine saldırıda bulunan sözde tasavvufçu bazı akademisyenlerin de bu fikre kısmi destek verdiğini belirtmem gerekir. Çünkü onların beğendiği dinde de, fıkıh yok, amelî ahkam yok, bol bol batinî teviller var. Budistler gibi "nirvanaya ermeyi" kutsuyorlar ama gerek inanç bakımından gerekse amel bakımından dinin sınırları olmasını kabul etmiyorlar. Hatta bu sözde tasavvufçu akademisyenler arasında, İslam'ı tek hak din olarak kabul etmeyen, bütün dinlerin birliğini ve eşitliğini savunan ve dolayısıyla neden İslamiyeti seçtiğini anlamsız hale getiren bazı kişiler bile var.
Halbuki, şayet hakikaten Allah'ın dinine tabi olmaktan bahsediyorsak, İslam dininde ta baştan beri kırmızı çizgiler vardı, sınırlar vardı. Nasıl inanacağımız hakkında olduğu gibi nasıl yaşayacağımıza dair de kurallar vardı. İslam, iman ve amel-i salih şeklinde iki boyuta sahipti. Ama bahsettiğim o sözde ilahiyatçılar ve felsefeciler için amel boyutu, hep dışlanması gereken bir boyut sayıldı. Sözde Kur'ancılar için ise, amel boyutu sadece keyfe bağlıydı; Kur'an'ı kendi keyfine göre yorumlarsın, istediğin hükmü alırsın; beğenmediğini ve aklına uymayanı atarsın. Böylece ağırlıklardan kurtulmuş olursun (!)
Onlar din deyince sadece fikrî tartışma malzemesi olacak bir şey aradılar. Entellektüel fantezilerini tatmin edebilecekleri bir laf kalabalığı sayıyorlar dini. Ama "hayatımda dini nasıl yaşamalıyım?" gibi sorulara asla cevap vermek istemiyorlar. Dinin hükümlerinin günümüzde de hayata geçirilmesi hakkında; ailede, sokakta, ekonomide, iş dünyasında, kılık kıyafette, yiyecekte, içecekte... dinî hassasiyetlere nasıl dikkat edileceği hususunda konuşmayı istemiyorlar, bu konularda konuşanları ve çözüm üretenleri de dar görüşlü olmakla suçluyorlar. Onlar sadece eleştirmeyi bilen, hayatı dine uyarlamak için hiç bir gayretleri olmayan kimseler.
İşte sadece Allah'a inanmayı öngören ama hayatında bir Batılı gibi yaşamayı, seküler olmayı teşvik eden sözde dinin adıdır deizm.
Birileri yeni dinleriyle avunsunlar. Biz ise elimizden geldiğince Allah'ın dinine tabi olmaya, Allah'ın dinini hayatımıza yansıtmak için çabalamaya devam edeceğiz. Bu uğurda bizimle birlikte olan din kardeşlerimize, bize kılavuzluk yapan ilahiyatçı hocalarımıza da duacı olacağız.
Bugünlerin moda tabiri deizm. Peki deizm bir din midir? Hayır! Dinsizlik midir? Hayır! Nedir o zaman deizm?
Deizm, "bir tanrıya inanırım ama hayatımı tanrının istediği şekilde değil keyfime göre yaşarım", diyenlerin uydurduğu bir şey. Bugünlerde bu tabir, İslam ahkamını ve özellikle de ameli hükümleri kendi üzerlerinde ağırlık gören sözde ilahiyatçılar, felsefeciler ve sözde Kur'ancı olduğunu söyleyen kişiler tarafından parlatılıyor.
Çünkü dinin amel boyutu onlara ağır geldi. Böyle bir din olmaz, dediler. Dinde bu kadar çok ahkam olduğu için insanların bu dinden kaçtığını söylediler. Ve kaçılan yeri deizm diye tanımladılar.
Demek istiyorlar ki, siz dinde bu kadar ahkam olduğunu söylerseniz, dini hayata uygulamaya kalkarsanız insanlar da dinden kaçar. Dinin zihinde ve kalpte olduğunu, kişinin kalbi temiz olduktan sonra hayatını istediği herhangi bir ideolojiye göre tanzim edebileceğini, bunu yaptığında da İslam'ı doğru olarak yaşamış olacağını söyleseydiniz, işte bu, doğru olurdu (!)
Evet saydığım kesimler adeta bunları söylüyorlar. Bu kesimler dışında, güya tasavvufu savunmak adına fıkıh ilmine ve kelam ilmine saldırıda bulunan sözde tasavvufçu bazı akademisyenlerin de bu fikre kısmi destek verdiğini belirtmem gerekir. Çünkü onların beğendiği dinde de, fıkıh yok, amelî ahkam yok, bol bol batinî teviller var. Budistler gibi "nirvanaya ermeyi" kutsuyorlar ama gerek inanç bakımından gerekse amel bakımından dinin sınırları olmasını kabul etmiyorlar. Hatta bu sözde tasavvufçu akademisyenler arasında, İslam'ı tek hak din olarak kabul etmeyen, bütün dinlerin birliğini ve eşitliğini savunan ve dolayısıyla neden İslamiyeti seçtiğini anlamsız hale getiren bazı kişiler bile var.
Halbuki, şayet hakikaten Allah'ın dinine tabi olmaktan bahsediyorsak, İslam dininde ta baştan beri kırmızı çizgiler vardı, sınırlar vardı. Nasıl inanacağımız hakkında olduğu gibi nasıl yaşayacağımıza dair de kurallar vardı. İslam, iman ve amel-i salih şeklinde iki boyuta sahipti. Ama bahsettiğim o sözde ilahiyatçılar ve felsefeciler için amel boyutu, hep dışlanması gereken bir boyut sayıldı. Sözde Kur'ancılar için ise, amel boyutu sadece keyfe bağlıydı; Kur'an'ı kendi keyfine göre yorumlarsın, istediğin hükmü alırsın; beğenmediğini ve aklına uymayanı atarsın. Böylece ağırlıklardan kurtulmuş olursun (!)
Onlar din deyince sadece fikrî tartışma malzemesi olacak bir şey aradılar. Entellektüel fantezilerini tatmin edebilecekleri bir laf kalabalığı sayıyorlar dini. Ama "hayatımda dini nasıl yaşamalıyım?" gibi sorulara asla cevap vermek istemiyorlar. Dinin hükümlerinin günümüzde de hayata geçirilmesi hakkında; ailede, sokakta, ekonomide, iş dünyasında, kılık kıyafette, yiyecekte, içecekte... dinî hassasiyetlere nasıl dikkat edileceği hususunda konuşmayı istemiyorlar, bu konularda konuşanları ve çözüm üretenleri de dar görüşlü olmakla suçluyorlar. Onlar sadece eleştirmeyi bilen, hayatı dine uyarlamak için hiç bir gayretleri olmayan kimseler.
İşte sadece Allah'a inanmayı öngören ama hayatında bir Batılı gibi yaşamayı, seküler olmayı teşvik eden sözde dinin adıdır deizm.
Birileri yeni dinleriyle avunsunlar. Biz ise elimizden geldiğince Allah'ın dinine tabi olmaya, Allah'ın dinini hayatımıza yansıtmak için çabalamaya devam edeceğiz. Bu uğurda bizimle birlikte olan din kardeşlerimize, bize kılavuzluk yapan ilahiyatçı hocalarımıza da duacı olacağız.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
