ilahiyat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ilahiyat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

BUGÜNÜN İSLAMINI KİM ANLATACAK?

İlahiyat fakültelerinden mezun olanlar; din görevlisi, din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeni, vaiz, müftü... oluyorlar mı? Evet.

Bu görevlerde, muhataplarına İslam inancını, ahlakını, namazı, orucu, zekatı, helalleri ve haramları... anlatacaklar değil mi? Evet.
Öyleyse daha fakültedeyken, dinî konuları günümüze hitap edecek şekilde öğrenmiş, birçok soruyu aşmış ve başkalarına da öğretecek seviyeye gelmiş olmaları gerekmez mi?

Bugünün inanç sorunlarına ve sorularına dair yüzlerce cevapları olmalı. Sadece tarihte tartışılan meseleleri bilmek yetmez. Zira tarihte yaşamıyoruz, bugünde yaşıyoruz. Mesela tarihteki düşünürlerin, ateizm ve deizm hakkında neler söylediğini bilmek yetmez. İnanç karşıtı kesimlerin bugün hangi söylemlere sahip olduklarını, hangi iddianın hangi farklı düşünceye ait ipuçları barındırdığını bilmek ve bunlara karşı dinî açıdan cevaplara sahip olmak gerekir.
Nasıl ki, bir doktor bir hastalığın bugünkü haliyle mücadele ediyor, mesela gribin bugünkü teşhis ve tedavisiyle meşgul oluyorsa, bir ilahiyatçı da dinî konuların güncel boyutunda teşhis ve çözümlerle uğraşmalı. Tarihteki bir sorunun teşhisine ve çözümüne takılıp kalan ve bugüne gelemeyen kişi, bugünün insanına hizmet edebilir mi?

Her ilahiyatçının, güncel inanç meselelerine dair, ibadetlerin güncel boyutlarına dair, hac ve kurban organizasyonlarının güncel problemlerine dair cevapları olmalı. Fakülteden mezun olan kişi, çeşitli mesleklere göre zekatı ve öşrü hesaplayabiliyor olmalı. Piyasadaki ürünlerin ve işlerin, hangilerinin dinen helal hangilerinin dinen haram olduğuna dair geniş bilgisi olmalı. Bugünkü yaşamda nelerin ahlaki nelerin gayriahlaki olduğuna dair bakışı netleşmiş olmalı.

Bir ilahiyatçı, insanların psiko-sosyal yönden güncel sorunlarını bilmeli ve bunlara karşı önerebileceği manevi reçeteleri olmalı, manevi rehberlikte de liyakat kazanmış olmalı.

Kısacası, bugünün insanlarına din anlatacak kişinin, tarihteki İslam'ı değil bugünkü İslam'ı anlatması beklenir. Dinî soruları ve sorunları değil, dinî cevapları ve çözümleri anlatması beklenir.

Bir de şu var. Yazıda ilahiyattan bahsettim. Buna bakıp da bugün kurs, medrese vb. isimlerle anılan yerlerdekileri hariç tuttuğum zannedilmesin. Zaten onlar da resmi görev almak için, ilahiyattan geçmek zorundalar ve öyle de olmalı. Zamanımızda ilahiyat görmemiş birinin, bugünü anlaması ve bugünün insanına din anlatması neredeyse imkansızdır. Hem dinî ilimlerin bugünkü meselelerini öğrenmek hem de din alanında bugünün insanına hitap edebilecek şekilde yetişebilmek için ilahiyat okumak, olmazsa olmaz bir şarttır.

Allahu a'lâ ve a'lem.

Dr. Bilal ESEN



BUGÜN İLAHİYAT OKUMAK

Bugün fıkıh okumak demek, bugünün insanının en çok karşılaştığı, en popüler şu kadar (50, 100, 200 veya ...) güncel mesele hakkında bir fikri olmak, bu konulardaki dinî hassasiyetleri halka aktarabilecek ve onlara rehberlik edebilecek derecede derli toplu bilgilere sahip olmak demektir.
Bugün kelam/akait okumak, bugünün insanının en çok karşılaştığı, en popüler şu kadar (50, 100, 200 veya ...) güncel inanç problemi hakkında bir fikri olmak, bu konulardaki dinî hassasiyetleri halka aktarabilecek ve onlara rehberlik edebilecek derecede derli toplu bilgilere sahip olmak demektir.
Bugün tasavvuf okumak...
Bugün din psikolojisi okumak...
Velhasıl bugün ilahiyat okumak;
a) Sadece tarihe mahkum olmayıp bugünün meselelerini de analiz edebilmek,
b) Sadece soru soran/soruşturma yapan konumunda olmayıp yeni dinî bilgiler de üretebilmek,
c) Sadece zihinsel konularla meşgul olmayıp insanların günlük yaşamında pratik karşılığı olan bilgilerle, "faydalı ilim"le donanımlı hale gelmek ve bu bilgileri halka rehberlikte kullanabilmek,
demektir.
Allâhu a'lâ ve a'lem.
Bilal Esen
2 Ağustos 2019


İLAHİYAT ALANINDA GÜZEL ŞEYLER OLUYOR

Bugünlerde umut verici gelişmelere şahit olduğumuzu düşünüyorum. İlahiyat alanındaki aykırı sesler bile şimdiye kadar dile getirdikleri bazı fikirlerle deizmin ve ateizmin değirmenine su taşımaya alet edildiklerinin artık farkına vardılar, söylemlerini yeniden gözden geçirmeye başladılar.

Bu tespiti yaparken maksadım, koskoca bir camiada hiç bir güzellik bulamamış da birkaç ihtida (!) öyküsüne sarılmış bir görüntü vermek değil. Fakültelerimizde tabii ki güzellikler ağırlıktadır ve aldığımız eğitimde bize en ufak bir hayrı dokunanlara minnettarız.
Şu da var ki, sessiz çoğunluğu bir yana bırakırsak, sesini yükseltmekle maruf bazı akademisyenlerin son zamanlardaki fren seslerini duymamak ve yola bıraktıkları lastik izlerini görmemek bir eksiklik olur. Bu sesler ve izler öyle sanıldığı gibi çevre kirliliğine yol açmıyor. Bunlara şahit olmanın ayrı bir güzelliği var.

Neler oldu peki?
Başta o aykırı sesler olmak üzere neredeyse bütün ilahiyatçılar, son zamanlarda, kendilerinin ileri sürdüğü bazı "yenilikçi" fikirlerin deizme yaradığını gördüler ve bundan beri olduklarını belirten açıklamalar peş peşe gelmeye başladı. Belki deizmle ilgili bir derneğin kuruluş bildirgesinde bazı ilahiyatçıların referans gösterilmiş olması, belki de tarihselcilik adına ileri sürülen bazı görüşlerin, ayetlerin ahlaka aykırılığını iddia edecek ve Kur'ân'ı beşer sözü sayacak kadar ileri gitmiş olması bu noktada tetikleyici oldu ve "dinin güncellenmesi" meselesiyle deizm arasına mesafe koymaya yönelik biraz da mahcubiyet içeren tespitler artmaya başladı.

Aykırı görüşleriyle tanınan kimi akademisyenler, yenilikçi olsalar da tarihselci olmadıklarını, kimileri tarihselci olsalar da deizme kayan tarihselcilerden olmadıklarını beyan eden yazılar yazdılar, yazıyorlar. Bu yazıların önemli bir kısmı sosyal medya paylaşımları biçiminde. Temennimiz bunların akademik makalelere ve kitaplara da dönüşmesi.

Fazlurrahman'ın fikirlerini Türkiye'ye getiren ve yayan kimseler dahi, bazı tarihselcilerce ileri sürülen uç iddialardan rahatsız olmuş durumdalar ve şimdilerde fazlurrahmancılığın deizmden farkını ortaya koymaya çalışıyorlar.
Gerçi problem sadece deizmden sakınmakla bitiyor mu? Çünkü bizim geleneğimize göre sakıncalı işler sadece deizmle nitelenmiyor, bununla sınırlı değildir. Ehl-i bid'atın bid'atından başlayıp fısk, haram, kebîre, sağîre ve mekruh diye devam eden nitelemeler de var. Bu kavramların da bize söylediği birşeyler var. Geleneğimiz ya hep ya hiç diye bir kısırlığı bize dayatmış değil. Sayılan kavramlar ve benzerlerinden her biri, sakıncalı işler yapanlara yönelik tepkinin veya kucaklamanın ne derece olacağına dair işaretler veriyor. Yelpazenin iki ucu arasındakine benzer dereceler ve kademeler kabul edilmiş. Aksi yöndeki iddialar haksızdır. Münkerler detaylı ayırımlara tabi tutulduğu gibi maruflarda da kısır bir ikilik yok. Farzı var, vacibi var, müstehabbı... var.

Son günlerde yaşananlarla ilgili umudumuz, bu rüzgardan, aykırı seslerin tümünün etkilenmesi, yarardan çok zarar getiren tartışmaların bırakılması,  İslam'ın ve müslümanların sesini yükseltecek yerde deizmin sesi haline gelmekten vazgeçilmesi.
Onlardan, üfürükçülerin nefesine, kahinlerin safsatalarına inanmalarını veya tekkede el alma merasimine dahil olmalarını beklemiyoruz. Ama haklarında ne doktorlar ne profesörler teşhis koymuş, buna bir baksınlar da pansumandan kaçmasınlar istiyoruz. İleri sürdükleri görüşlerin vehametini ortaya koyanlara kızıp onların kişiliklerine saldırmalarının ve hakaret etmelerinin kimseye bir faydası yok. Sövüşmeyi bir ilahiyat dili haline getirmek, bu alandaki bütün kazanımların heba olmasına yol açacak bir potansiyeli barındırıyor.

Sözün burasında bir dua etmek geldi içimden. Yüce Allah'tan hastalıklarımıza şifa, dertlerimize devâ, ümmet-i Muhammed'in gençlerine ve tüm fertlerine kavî iman nasip etmesini diliyorum.

07.02.2019
Bilal ESEN



İSLÂM'IN HÜKÜMLERİNİ SIRTLARINDA TAŞIYAMAYANLAR DEİZM DİYE BİR ŞEY KEŞFETTİ (!)

Başlamadan önce, bu yazıda ilahiyatçı kavramını, dinle ilgilenen ve din hakkında konuşmayı meslek edinen kişi anlamında genel bir ifade olarak kullandığımı belirtmek isterim.

Bugünlerin moda tabiri deizm. Peki deizm bir din midir? Hayır! Dinsizlik midir? Hayır! Nedir o zaman deizm?
Deizm, "bir tanrıya inanırım ama hayatımı tanrının istediği şekilde değil keyfime göre yaşarım", diyenlerin uydurduğu bir şey. Bugünlerde bu tabir, İslam ahkamını ve özellikle de ameli hükümleri kendi üzerlerinde ağırlık gören sözde ilahiyatçılar, felsefeciler ve sözde Kur'ancı olduğunu söyleyen kişiler tarafından parlatılıyor.
Çünkü dinin amel boyutu onlara ağır geldi. Böyle bir din olmaz, dediler. Dinde bu kadar çok ahkam olduğu için insanların bu dinden kaçtığını söylediler. Ve kaçılan yeri deizm diye tanımladılar.
Demek istiyorlar ki, siz dinde bu kadar ahkam olduğunu söylerseniz, dini hayata uygulamaya kalkarsanız insanlar da dinden kaçar. Dinin zihinde ve kalpte olduğunu, kişinin kalbi temiz olduktan sonra hayatını istediği herhangi bir ideolojiye göre tanzim edebileceğini, bunu yaptığında da İslam'ı doğru olarak yaşamış olacağını söyleseydiniz, işte bu, doğru olurdu (!)

Evet saydığım kesimler adeta bunları söylüyorlar. Bu kesimler dışında, güya tasavvufu savunmak adına fıkıh ilmine ve kelam ilmine saldırıda bulunan sözde tasavvufçu bazı akademisyenlerin de bu fikre kısmi destek verdiğini belirtmem gerekir. Çünkü onların beğendiği dinde de, fıkıh yok, amelî ahkam yok, bol bol batinî teviller var. Budistler gibi "nirvanaya ermeyi" kutsuyorlar ama gerek inanç bakımından gerekse amel bakımından dinin sınırları olmasını kabul etmiyorlar. Hatta bu sözde tasavvufçu akademisyenler arasında, İslam'ı tek hak din olarak kabul etmeyen, bütün dinlerin birliğini ve eşitliğini savunan ve dolayısıyla neden İslamiyeti seçtiğini anlamsız hale getiren bazı kişiler bile var.
Halbuki, şayet hakikaten Allah'ın dinine tabi olmaktan bahsediyorsak, İslam dininde ta baştan beri kırmızı çizgiler vardı, sınırlar vardı. Nasıl inanacağımız hakkında olduğu gibi nasıl yaşayacağımıza dair de kurallar vardı. İslam, iman ve amel-i salih şeklinde iki boyuta sahipti. Ama bahsettiğim o sözde ilahiyatçılar ve felsefeciler için amel boyutu, hep dışlanması gereken bir boyut sayıldı. Sözde Kur'ancılar için ise, amel boyutu sadece keyfe bağlıydı; Kur'an'ı kendi keyfine göre yorumlarsın, istediğin hükmü alırsın; beğenmediğini ve aklına uymayanı atarsın. Böylece ağırlıklardan kurtulmuş olursun (!)

Onlar din deyince sadece fikrî tartışma malzemesi olacak bir şey aradılar. Entellektüel fantezilerini tatmin edebilecekleri bir laf kalabalığı sayıyorlar dini. Ama "hayatımda dini nasıl yaşamalıyım?" gibi sorulara asla cevap vermek istemiyorlar. Dinin hükümlerinin günümüzde de hayata geçirilmesi hakkında; ailede, sokakta, ekonomide, iş dünyasında, kılık kıyafette, yiyecekte, içecekte... dinî hassasiyetlere nasıl dikkat edileceği hususunda konuşmayı istemiyorlar, bu konularda konuşanları ve çözüm üretenleri de dar görüşlü olmakla suçluyorlar. Onlar sadece eleştirmeyi bilen, hayatı dine uyarlamak için hiç bir gayretleri olmayan kimseler.

İşte sadece Allah'a inanmayı öngören ama hayatında bir Batılı gibi yaşamayı, seküler olmayı teşvik eden sözde dinin adıdır deizm.
Birileri yeni dinleriyle avunsunlar. Biz ise elimizden geldiğince Allah'ın dinine tabi olmaya, Allah'ın dinini hayatımıza yansıtmak için çabalamaya devam edeceğiz. Bu uğurda bizimle birlikte olan din kardeşlerimize, bize kılavuzluk yapan ilahiyatçı hocalarımıza da duacı olacağız.


İLİMDEN BAŞKA RÜTBE ARAYAN SÖZDE İLİM ADAMLARIYLA NEREYE VARABİLİRİZ?

Güncel dinî bilgi üretmesi gerekenlerin, yani elini taşın altına koyması gerekenlerin, boş hevesler peşinde koştuklarını ve sonra da başkalarını eleştirdiklerini görmek ne kadar hayret verici!
En başta makam-mevki beklentisi, bulunduğu konumu ve geleceğini garantiye alma gibi amaçlar, ilmi çalışmaları bulandırıyor, ilmi toplantılarda reklam ve gösteriş hakikatin önüne geçiyor. Asıl çözümlenmesi gereken konudan çok toplantının medyada nasıl haber olacağına önem atfediliyor maalesef. Katılımcılar sözlerinin hak olmasını değil hangi kişiyi memnun edeceklerini önemsiyorlar. Birbirlerini ölçmekle veya kollamakla vakit geçiriyorlar, desek daha doğru olur herhalde.

Geçmişte güncel meselelere ilişkin yapılan sempozyum ve toplantılara davet edilenlerden bir çoğunun, hiçbir ilmî hazırlık yapmadan oralara gittiklerini, göstermelik bir kaç lafla işi geçiştirdiklerini çok defa gördük, duyduk.
Hatta öyle sahneler yaşanıyor ki, aylar öncesinden kendisine araştırma konusu verilmiş sözde ilim adamı toplantıya gelip "hiçbir hazırlık yapmadım ama şöyle bir cümle söyleyeyim de tartışılsın" deyip başlıyordu konuşmaya. Halbuki ümmet ondan bir kaç cümlelik net reçete bekliyordu. Bilmem hangi modern merkezde onbinlerce liraya mal olan o toplantı, işin neticelenmesini, karara bağlanmasını kolaylaştırmak için tertip edilmişti. Bu kadarı da yetmiyor, aynı mahiyetteki başka bir ilmi toplantıda o zat yine baş köşede. Fesübhânellâh!

Söz konusu toplantılar çözüm üretmek için değil kafa karışıklığını artırmak için yapılıyor sanki. Bir kısım zevât bugüne kadar yaptığı ilmi (!) çalışmalardan yararlı hiç bir sonuç elde edememiş olacak ki, o toplantılarda kafa karışıklıklarını ve bunalımlarını ortaya döküyor fakat neticeye ilişkin zerre kadar bir inisiyatif alamıyorlar. Ne o tarafı tercih ediyorlar ne bu tarafı. Mesele çözüm üretmek değil, laf kalabalığı yapmaktan ibaret kalıyor. Dostlar alışverişte görsün hesabı. Bir fikre azıcık eğilim gösterdiğinde de, ne kadar yüzeysel kaldığını, ciddi bir araştırmaya dayanmadığını, basit ve derinliksiz olduğunu görebiliyorsunuz. Sokaktaki sıradan bir vatandaşın konuşmasından farksız, aceleci, ön yargılı ve peşin hükümlerle sonuç alınacağı zannediliyor. Bir de o toplantıyı düzenleyenler, toplantı ortamını, zamanını ve şartlarını, gerçekten bir netice almaya dönük olarak mı hazırlamışlar? O da ayrı bir konu. Oradan çıkacak fikirlerin kalitesine önem veriliyor mu sorusunun cevabı karışık. Sonra o ucuz fikir ya da fikirler not ediliyor ama bir türlü halka ulaştırmaya cesaret edilemiyor. Çünkü o fikirler, sahiplerinin kendi vicdanlarını bile tatmin etmiyor ki, nerede kaldı ümmete merhem olsun.

Bu sonuç sadece problemlerin karmaşıklığından mı kaynaklanıyor? Hayır! Katılımcı statüsünde olup da bu tür birleşimlere gelenlerin acaba kaçı daha önceden o konuda yeni bir şeyler okuyarak, araştırarak geliyor? Adam güya çok büyük ilim adamı da cepten yiyecek! Halbuki ağzını açtığı zaman, doğrudan kendi ilim dalını ilgilendiren hususlarda bile bir sürü gaf yapıyor. Söyleyeceği cümleleri önceden tartmamış, bu sözlerin konuşulan meseleyle alakasını kuramamış ve hatta aktardığı sözde bilgilerin doğruluğunu test etmemiş.

Mesela son zamanlarda artık bana baygınlık veren bir örnek zikredeyim de meramım daha iyi anlaşılsın. Sözde ilahiyatçı bir kısım insanlar, evlilik ve aile ile ilgili her toplantıda Osmanlı Hukuk-i Aile Kararnamesi'nden bahsederler. Bu kararnamede evlilik yaşının asgari 17-18 olduğundan övünerek söz ederler. Dinimizde küçüklerle evlenme yoktur, diye nutuk atarlar. Sorsan kendileri fıkıh alanında da acayip uzmandırlar. Güya yüz yıl önceden örnekler verirler. Bir de ilave edip "Biz daha fıkhın o dönemdeki seviyesine bile gelememişiz! Nedir bu halimiz?" demiyorlar mı? Çileden çıkıyorum adeta. Yahu gidip o kaynakları sen kendi gözünle gördün mü hiç? Hem de o alanın uzmanısın ya. Açıp baksaydın o kararnamede 9 yaş diye bir şeyden söz edildiğini de görecektin. Gerçeğin ne olduğunu anlayacaktın. O yalan yanlış bilgilerinle bir yerlere mesaj göndereceğine, çıkıp ciddi bir araştırma yapıp kendi fetvanı sıfırdan oluştursaydın daha iyi olurdu.
Yazık ki, bu tür kişilerin bilmediği o bilgileri, din karşıtı cenahtan bazı kişiler bile daha doğru yazıyor. Sonra da gelip bunlarla alay ediyorlar.

Kim, hangi davanın peşinde?
Araştırmalar neden niteliksiz?
Nasıl oluyor da bir ilim adamı kendi alanındaki kaynaklardan habersiz? Konuştukları medyanın popüler dilinden ibaret?
İslam adına fetva üreten başkalarını eleştirenlerin kendileri neden bu kadar yüzeysel? Hayatlarında bir fıkıh kitabını bile okumamış, müslüman halkın bir dinî sorusuna bile çözüm aramamış kimseler nasıl oluyor da fıkıh-fetva alanında lüzumsuz konuşabiliyorlar?

Bu nasıl bir hadsizliktir ki, kendi yapması gerekeni yapmayanlar, başkalarını eleştirebiliyorlar?

Eğer bu din onlara kalsaydı, belki de hiç bir zaman güncellenemezdi. Kendileri ölürler giderler ama İslam'ın hayata geçirilmesine dair hiç bir çözüm bulunamazdı. Zaten belki de onların amacı bu mudur, bilemiyorum. Nitekim çağımızda, dinimizi hayatın çeşitli alanlarından söküp atma gayretleri bütün hızıyla sürüyor. Her gün bir halka koparılıyor.

Elhamdülillah ki, elinden geldiği ölçüde bir şeyler yapmaya çalışan, ümmetin güncel problemlerine çözüm üretmeye çalışan bazı ilahiyatçılarımız var. Eksiklikleri ve kusurları olabilir. Ama bana göre onlar, yukarıda bahsettiğim kişilerden çok daha fazla duaya layıktırlar. Rabbim gayretlerini arttırsın. İlim mevkilerinde bulunup da ilimden başka bir rütbe arayışına girenleri ve ümmetin umutlarını boşa çıkaranları da Allah Teâlâ'ya havale ediyorum.

Kalbimin sesini kalbinizle dinlemeniz dileğiyle...