Dini kullanarak belli bir sektöre yönlendirme yapmak uygun mu?
Olur mu? Pilavsız mevlit - yemeksiz mevlit ?
Parayla ilgili ibadetler, nedense birilerinin dikkatini çok çekiyor. Zekat da bunlardan biri.
Zaten bu zamanın insanları sahabe değiller ki, paranın baştan çıkarıcı cazibesine dayanabilsinler. O nedenle bu cazibeye kapılanlar sevgilisini başkasına kaptırmak istemeyen aşık gibi davranıyorlar. Zekat paralarının doğrudan fakirlere gidecek olmasını adeta kıskanıyorlar. Zekat hakkında binbir projeleri var, hepsi de zekat paraları fakirlere gitmeden önce bunları belli fonlarda bekletmek ve yönetmek üzerine.
Bizim ülkemiz başka yerlere benzemez. Malezya'ya da benzemez. Meselemiz zekat kurumu.
Mesela, katılım bankacılığı (İslami finans) başka bir ülkede tuttu diye, illa ki bizim ülkemizde de tutacak değil. Bizim insanımızın geçirdiği tecrübeler çok farklı. Çok kere, sütten ağzı yandı da artık yoğurdu üfleyerek yiyor.
Yine zekatın kurumsallaşması bağlamındaki bazı uygulamalar da bence böyledir. Örneğin Malezya'da zekat, devlet yönetiminde ve devletin yetkili kıldığı şirketlerce toplanıyor. Fakat toplanan zekatın yarısı bazen yarıdan fazlası âmilîn sınıfından sayılarak bu şirketlere ve fî sebîlillâh kapsamında olduğu iddia edilen müesseselere kalıyor.
Fî sebîlillâh/Allah yolunda diyerek, zekat parasını hastanelere, camilere, okullara ve eğitim kurumu gibi müesseselere veriyorlar, din öğretmenlerinin ve cami görevlilerinin maaşlarını zekatla ödüyorlar. Yani, zekattan en karlı çıkan bu iki kesim. Fakirlere dağıtılan ise bazı yıllarda tüm zekatın sadece yüzde kırkı civarında. Bu tespitler birçok akademik tezde yer alıyor.
Şimdi bizim ülkemizde o şekilde zekat toplanıp dağıtılacak olsa, fıkhen zaten sorunlu olan bu tür uygulamalar, halk nezdinde itibar görür mü? Zekatın fakirlere gitmeyeceğini, buradan başka bazı kesimlerin yarar sağlayacağını görenler, zekat verir mi?
Bu ülkede zekatı fakirden kaçıran ve fî sebîlillah diyerek güya her türlü hayır işine zekat verilebileceğini söyleyenlerin nasıl bir din istismarına yol açtıklarını yakın zamanda gördük.
Onların bu günahında, hiç şüphe yok ki, mezhebi geniş fetvacıların başka bir deyişle, zekatın fî sebîlillâh kapsamında "her türlü" hayır işi için, kurum ve kuruluşlara verilebileceğini söyleyenlerin de payı vardır.
Geçmişte neredeyse bütün fıkıhçılar ve dört mezhep, zekatın sadece gerçek kişilere verilmesi gerektiğini ve temlikin şart olduğunu söylediği halde, zamanımızda o fıkhı bir tarafa bırakanlar, verdikleri yeni fetvaların neye yol açacağını ya hesap etmediler ya da bilerek istismara destek oldular. Aslında o "çağdaş" fetvaları verenlerin de şu sıralar ortaya çıkıp müslümanlardan özür dilemeleri beklenir.
Velhasıl bu ülkede dinî konularla ilgili bir şey yapılacaksa çok dikkatli olmak lazım. Burası başka yerlere benzemez.
Katılım bankaları için tarihi fırsat kaçmasın
Biz kredi vermiyoruz, mal satıyoruz ve murâbaha yapıyoruz şeklindeki kısık sesli beyanlar bugüne kadar yeterince inandırıcı olmamıştı. Geçenlerde Cumhurbaşkanı da bu hususu vurguladı ve şöyle dedi: "Anlaşıldığı kadarıyla katılım finans kuruluşlarının bankalardan bir farkı olmadığına ilişkin genel bir algı toplumumuzda yer etmiş durumdadır."
Şimdi, murabahayı göstermelik değil de hakikaten uygulayabilmek için önlerinde önemli fırsatlar olabilir.
Eskiden beri, al-sat yapsınlar diye, bu esnada tapuda veya noterde satıcı olarak gözüksünler diye ve ekstra vergilerden muaf olsunlar, diğer bankalara verilmeyen bazı imkanlara sahip olsunlar diye bir beklenti vardı. Şimdilerde bunu gerçekleştirmek için uğraşmaları lazım. Bu beklentiyi gerçekleştirecek bir fırsat ortaya çıkarsa hiç kaçırmamaları lazım.
Bugünlerin fırsatlarını iyi değerlendirip gerçekten al-sat yapan kuruluşlar olmalarını ve faiz töhmetinden uzaklaşmalarını umuyoruz.
KURBAN ORGANİZASYONU DÜZENLEYEN KURULUŞLAR, KURBANDAN NE KADAR KAZANIYOR?
Epey zamandır, kurban organizasyonu düzenleyen kuruluşların, topladıkları tüm parayla kurban mı kestikleri yoksa bir miktar paranın kendilerine mi kaldığı hususunda net bilgilere ulaşmak istiyordum.
Sonunda bir kuruluşun, kendi web sitesinde bu konuda net bir bilgi verdiğini gördüm. Buna göre, kurbanlık alım ve kesim giderleri dışında, kurban parasının yaklaşık %7'si kuruma kalıyor.
Bundan yola çıkarak şöyle bir hesap yapabiliriz. Farazi bir misal olarak, şayet bir kuruluş, hissesi 2000 TL'den beş yüz bin adet kurban hissesi kesmiş olsa, 1 milyar TL kurban parası toplamış oluyor. Ve bunun 70 milyon TL'si kendi kasasında kalıyor. Gerçekten hatırı sayılır bir para bu.
Peki bunda dinen sıkıntı var mı? Sıkıntı, bu konuda kurban sahiplerine şeffaf bir bilgilendirme yapılıp yapılmadığına göre değişir.
Kurban sahipleri, kurbandan para artacağını ve bunun başka amaçlara harcanacağını biliyor mu? Bu paranın, hangi amaçlara harcanacağına dair izinleri ve rızaları var mı? İzinleri ve rızaları varsa problem yok. Aksi halde problem çok.
Keşke bütün kuruluşlar şeffaf olsa da, kurban gibi ibadetlerden ne kadar kazandıklarını ve bu kazancı nerelere harcadıklarını açıklayabilseler. Tabi en başta "vekaletle kurban" sözleşmesi yaparken kurban sahiplerine bu konuda bilgi verilmiş olması lazım. Çünkü "vekalet" hükümleri bunu gerektiriyor.
Teyit için bk. https://www.thk.org.tr/vekaleten_kurban_sonuc
KATILIM BANKALARI DİĞER BANKALARLA AYNI MI?
"Tam da bu noktada önemli bir konunun altını çizmek istiyorum. Türkiye gibi insanların dinî hassasiyetlerinin yüksek olduğu bir ülkede Katılım Finans sisteminin, potansiyelinin gerisinde kalmasının sebeplerini doğru tespit etmeli, çözüm yollarını ona göre belirlemeliyiz. Anlaşıldığı kadarıyla KATILIM FİNANS KURULUŞLARININ BANKALARDAN BİR FARKININ OLMADIĞINA ilişkin genel bir algı toplumumuzda yer etmiş durumdadır. Bu algıyı dönüştürmenin ilk adımı, halen kullanılan, bunun altını çiziyorum, "Katılım Bankası" isminin "Katılım Finans Kurumu" şeklinde değiştirilmesi olabilir."
HER İLMİN BİR "TESETTÜR"Ü VARDIR
Son zamanlarda tarihçisinden felsefecisine, tıpçısından gazetecisine kadar bazı kişilerin kendi mesleklerini yapmaktan ziyade din adına fetva vermekle meşgul olduklarını ve bir müftî, bir fakih gibi davranmaya çalıştıklarını müşahede ediyoruz.
Fakat şöyle bir bakınca görüyoruz ki, esasında bu gibi insanların çoğu, kendi alanlarında başarısız olan ve o meslek mensupları arasında itibar görmeyen kimseler. Bakmayın isimlerinin başındaki ünvanlara. O ünvanların nasıl alındığı da, her ünvan verilenin onu hak edip etmediği de kamuoyunun bildiği bir husus. Bunlardan bir kısmının intihalleri ve bilgi hırsızlığı da ispat edilmiş durumda. Kendi alanlarında ileri sürdükleri iddialar, reddedilmeye veya tekzib edilmeye değer bile bulunmuyor.
Bunlar, kendi alanlarında bulamadıkları itibarı fetva alanında konuşarak kazanacaklarını zannediyorlar.
Evet, din konusunda fitne fesat üretmek isteyen mihraklar bunları çok seviyor ve bunlara sözde itibar kazandırıyor olabilir. Ancak şu bir gerçek ki, hiçbir kimse çıraklığını yapmadığı bir işin ustalığında başarılı olamaz. İşi ağzına burnuna bulaştırır ve kendini rezil eder. Ben bugüne kadar böylelerinden saygıyı hak edeni görmedim.
Bu nedenle sürekli felsefeyle ya da tarihle uğraşmış ve hayatında hiç bir fıkhi akademik çalışma ortaya koymadığı halde "İslam'da tesettür yoktur." diye ortaya çıkmış birinin, velev ki ilahiyat fakültesinde olsun, sözlerinin hiçbir değeri yoktur. İzzeti, İslam karşıtları nezdinde arayan böylelerinin yaptığı, haddini bilmemektir, utanmamaktır, ilim namusunu bir tarafa bırakıp "açılıp saçılmak"tır. Haddini aşan ve utanmayan kimse, saygıyı hak etmez.
Bunlara, utanın ve biraz "tesettürlü olun", demekten başka elimizden bir şey gelmiyor.
ARİF NİHAT ASYA'NIN KABRİ NEREDE?
Yıllarca yanından geçeriz nice mezarlıkların. İçlerinde ne değerlerimizin bulunduğunu bilmeden.
Şunca yıldır Ankara'da bulunup da en güzel naatların şairinden;
"Biz, kısık sesleriz...minareleri,
Sen, ezansız bırakma Allahım!"
diyen Arif Nihat Asya'nın kabrinden bu kadar geç haberdar olmak büyük bir kusurumuzdu.
Rabbim rahmet eylesin.
(Ankara Karşıyaka Mezarlığı, 1 ve 2. kapılar arası. 8. Cadde, L 4 /286)
"DİJİTAL" KATILIM BANKASI. ŞÜKÜR Kİ, "İSLAMİ" DEĞİL
Bugün itibarıyla bir tane daha dijital katılım bankası kurulmuş ve ülkemizdeki dijital katılım bankalarının sayısı 3, toplam katılım bankası sayısı ise 9 olmuş.
Dijital banka, şubesiz bankaymış. Ama sırf dijital bir banka, benim zihnimde sanallığı çağrıştırıyor. Sırf kaydi olan işlemleri çağrıştırıyor. Normal katılım bankalarına bile içimiz tam ısınmamışken, işlemlerinin dine uygunluğu konusunda bir sürü şüphe varken, sırf dijital katılım bankasıyla karşılaşmak bir anda soğuk duş etkisi yapıyor.
Özellikle altın gibi kıymetli madenlerin alım satımı dijital katılım bankalarında nasıl olacak? Fiziki teslim olmayacak mı?
Ev ve araba finansmanında (murabahada) göstermelik de olsa yapılan al-sat işlemleri ve bunlarla ilgili vekaletler dijitalde nasıl olacak? Sırf dijitallik ne gibi dinî-fıkhî problemlere yol açacak? Bekleyip görelim.
Fakat yine de bu bankaları tebrik ediyorum. İyi ki isimlerinde "İslami banka" ibaresi yok. Zira bugünlerde "İslami" ifadesi üzerinden büyük bir din istismarı gerçekleşiyor. Artık nerede bir "İslami" ifadesi görsem kuşkularım iki kat artıyor.
Üzülerek izliyoruz ki, zamane müslümanları "İslami" diyerek ve "helal" diyerek türlü türlü garipliklere imza atıyorlar.
Helal bira
Helal şampanya
Helal flört
İslami dans
İslami güzellik yarışması (Miss Muslimah)
İslami artistik, aerobik, ritmik cimnastik müsabakaları
İslami ...
Muhammedsiz ezan
Abdestsiz cenaze namazı
Kesimsiz kurban
...
Böyle icatlarda bulunan "müslümanlar" bizi korkutuyor.
HERKESİN OTOMOBİLİ OLMAYABİLİR AMA HERKESİN FRENİ VE GERİ VİTESİ OLMALI
Fren yapmak, yolun gerisinden vazgeçmek anlamına gelmez. Zaten fren, durmak için değildir. Çoğu zaman yavaşlamak nadiren de durmak için kullanılır. Geri vites de mutlaka geriye gitmek ve şimdiye kadar geldiğin yolu tersine çevirmek değildir. Doğru yoldan taviz vermek değildir.
Ancak fren ve geri vites, hatalı yollara girenlere veya yola hatalı girenlere yeni bir imkan sunar, engellere ve zorluklara karşı manevra imkanı sağlar. Yeni bir başlangıca imkan verir.
Yoksa hep ileri vitese takıp sürekli gazda gidenler ve fren nedir, geri vites nedir bilmeyenler, bir gün ya bir yere toslar ya da uçurumdan yuvarlanırlar. Maazallâh!
Zaman zaman, acaba doğru yolda mıyım, diye kendine sorabilenler ve bu esnada bazen frene basabilen bazen geri vites yapabilenler doğru yoldadırlar.
Hani, bir an için durup düşünmek, denir ya. İşte o lazım. Durmak ve düşünmek. Durmadan yol alan, düşünmeden yol alır. Düşünmemenin sonu ise felakettir.
SPOR ORGANİZASYONUNA "İSLAMİ DAYANIŞMA OYUNLARI" İSMİNİN VERİLMESİ TARTIŞILIYOR
Şiddeti önlemek için şiddet
Zaman zaman haberlere konu oluyor. Sokakta eşine şiddet uygulayan kocayı dövdüler. Tacizciyi dövdüler. Vs.
Sormak lazım. Ne zamandan beri yargısız infazlar makbul oldu? Velev ki, dövülen kişi suçlu olsun, onun cezasını vermek sokaktan geçenlere mi düşüyor? Şüpheliyi tutup polise teslim etmeleri gerekirken, kendi raconlarına göre hareket etmeleri, neyin göstergesi? Şiddeti önlemenin yolu bu mu?
Güya şiddeti önlemeye çalışan bu kişiler, esasında şiddetin âlâsını ve örgütlüsünü ortaya koyuyorlar. Maalesef haber kanalları da onların bu tavrını bir meziyetmiş gibi takdim ediyor.
Zaten genellikle, sonradan bu tür olaylarda yanlışlık yapıldığı, gerçeğin çok farklı olduğu, dövülen kişinin esasında masum olduğu ortaya çıkıyor. Ama iş işten geçmiş oluyor ve bir sürü insan güya birilerini korumak adına, örgütlü ve haksız bir şiddet uygulamış oluyorlar. Bu hadiseler bize, ülkemizde şiddetin yakın zamanda azalmayacağını aksine güçlenmekte olduğunu gösteriyor.
Bir de şu var. Acaba, bir anlık öfkeyle topluca lince kalkışan bu kişiler gerçekten şiddete karşılar mı? Bunların aileleri ve çevreleri araştırılsa, kim bilir nasıl bir sonuç ortaya çıkar. Sokakta tanımadıkları kişilere bunu yapanlar evlerinde ve işyerlerinde teke tek ilişkilerde neler yapıyorlar kim bilir.
Bu ülkede hepimizin, haklarımızın ve yetkilerimizin sınırları konusunda ciddi bir eğitime ihtiyacı var. Hakkını ve yetkisini aşan, zulmeder.
Vaaz ve Vaiz
Acaba?
Peygamberimiz (s.a.s) şu günlerde ülkemizde yaşasaydı;
• Vaazlarında sürekli bağırır mıydı?
• Günah işleyen Müslümanları hep azarlar mıydı? Hakaret eder miydi onlara?
• “Bağırtkan suratlı” mı olurdu hep?
• Kavgacı bir tip mi olurdu?
• Konuşmalarında ve yazılarında kişileri veya kurumları hedef gösterir miydi?
• Günahkârlara karşı insanları kışkırtır mıydı?
• Birilerine hatalarını söylerken onları hep mahcup mu ederdi?
• Gözünde çöp olan birini uyarırken, illa ki parmağını o kişinin gözüne mi sokardı?
• Kaş yaparken göz çıkartır mıydı?
• Günahkârların kalplerini kazanmak mı için çalışırdı yoksa sürekli onları kızdırmak ve İslam’dan uzaklaştırmak için mi çalışırdı?
• Günah işleyeni dinden atar, hiç günah işlemeyen insanlar mı arardı?
• Cenneti sadece kendi tekelinde görür, kendinden başka herkesi cehennemlik mi sayardı?
• … ?
• Nasıl bir tebliğ metodu olurdu, O’nun?
Allah Teâlâ bizlere o güzel Nebinin ahlakını miras alan, merhameti kuşanan ve özellikle de Âl-i İmrân Sûresi’nin 159 . ayeti mucibince davranan vaizler ve âlimler nasip etsin.
KURBAN MI TİCARET Mİ?
Marketler gibi kuruluşların ticaret için kurban organizasyonu yapmalarını garipsememek lazım. Kurban malî bir ibadet olduğuna göre, kurbanlık alım-satımından ya da birtakım hizmetlerden dolayı birileri para kazanabilir. Hayvan üreticileri de kazanabilir, satıcılar da kazanabilir, ücret karşılığında kesim ve dağıtım hizmeti yapan ticari kuruluşlar da kazanabilir. Bu gayet normal. Yeter ki işler şeffaf olsun ve kurbanlar usulüne uygun kesilsin.
Ancak normal olmayan bir şey var ki, o da yardım kuruluşu görünümünde olan bazı vakıf ve derneklerin, kurban üzerinden ticaret yapmaları. Kurbandan kazandıkları paraları, bilinmeyen yerlere aktarmaları.
Kimi kuruluşlar, yardım kuruluşu gibi değil, kar etmek isteyen ticari kuruluşlar gibi çalışıyorlar. Kurban mevsiminde kasalarını doldurdukları söyleniyor.
İlanlarına ve reklamlarına bakıldığında, topladıkları kurban paralarının tamamıyla kurban kestikleri, tüm paraları muhtaçlara ulaştırdıkları zannedilir. Ama gerçekten öyle mi? 30-40 dolarlık kurban hissesi için 100-120 dolar civarında para topladıkları belli. Bu ilave para nereye gidiyor? Kurban masrafları bu kadar tutar mı? Bu konuda neden kurban sahiplerine detaylı bilgi vermiyorlar?
Hakikaten, kurban için topladıkları paraların yarısı veya daha fazlası kasalarında kalıyor mu? Artan paraları ne yapıyorlar? Bu paralar, kurban sahiplerinin haberi olmadan, yurt içinde veya dışında bazı yerlere aktarılıyor olabilir mi? Kurban sahiplerinin duyduklarında şok olacakları yerlere aktarılıyor olabilir mi, bu kurban paraları? Din istismarcısı örgütler devrede olabilir mi kurban organizasyonlarında?
Ayrıca, temsilci bile göndermedikleri ülkelerde, güya oradaki yerel kuruluşlara kurban kestiren vakıf ve dernekler olduğunu duyuyoruz. Bu kurbanlar gerçekten kesiliyor mu? Kesilse bile, kedi kadar ya da kediden biraz büyük kuzulardan kurban kesildiği iddiası doğru mu? Kesilip kesilmediğini görmek için neden oralara yeterli sayıda kendi elemanlarını göndermiyorlar? Kurban kesiminin başında durmadan, sadece para göndermekle iş oluyor mu?
Velhasıl din istismarcılarına karşı uyanık olmak lazım.
İşini düzgün yapan yardım kuruluşlarının da, töhmetten kurtulmak için daha şeffaf olmaları lazım. Kurban sahiplerinden bir şeyler gizleyerek yürütülen işler, sakat işlerdir.
TÜZEL KİŞİLER Mİ İBADET EDER, GERÇEK KİŞİLER Mİ?
Son yıllarda artan kurban organizasyonları bağlamında bazı kafa karışıklıklarının yaşandığı oluyor. Bu konuda benim bir mülahazam şöyle:
Kurbanı insan keser, kurban insan adına kesilir ve kurbanın sahibi bir insan olur. Bir kurban da ancak bir kişinin kurbanı olur, birden fazla kişi biraraya gelip bir hisse kurban kesemezler.
Dolayısıyla vakıflar ve dernekler gibi kuruluşların kendilerine ait bir kurbanı olmaz, olamaz.
Zira kurban ibadettir. İbadet eden de insandır. İnsan olmayan tüzel kişilerin veya başka bir deyişle, gerçek kişi olmayan hükmi kişilerin ibadeti de olmaz, kurbanı da olmaz. Bir kuruluş adına kesilen kurban, ibadet değil sırf bir hayvan kesimidir.
"Kuruluşumuzun öz kaynaklarından, kuruluşumuz adına kurban kestik" demek anlamsızdır. Bu, kurban değildir, et dağıtımıdır.
Ancak bir kuruluşun görevlisi, başka bir insana vekaleten kurban kesiyorsa bu, o insanın kurbanı olur, böyle bir ibadet, vekalet veren bir "insanın" ibadeti sayılır. Bu durumda o kuruluşun görevlisi sadece bir aracıdır.
Bilmem yanlış mı düşünüyorum?
Fetvada "Arapça" sitelere itibar etmenin riski, Urduca ve Hintçe kaynakların önemi
Yatılı Kur'ân kurslarındaki çocuklar, arkalarında onları koruyan bir devlet olduğunu biliyorlar mı?
BÜLBÜLE KAFES
Bülbül birinci geldi, tıktılar onu kafese
Karga sonuncuydu, uçtu sonsuz özgürlüğe
O günden beridir pek garip bir âdet türedi
Dinler bülbülün konserini yalnız birkaç kişi
Lâkin âlemi esir alır karga korosunun sesi
(21 Nisan 2022)
ZEKÂT MÜESSESESİ Mİ? PEKİ, BUNDAN DİNİN HABERİ VAR MI?
1. Ülkemizdeki zekât potansiyeline dikkat çeken bazıları, şu kadar milyar dolar büyüklükten bahsediyor ve bunun yönetilmesi için devlete ait bir zekât kurumu kurulmasını arzu ediyorlarmış. Bu kurum zekâtı toplasın, bununla yatırımlar yapsın ve ülke ekonomisinin kalkınmasına katkıda bulunsun, diyorlarmış.
Baştan belirteyim ki bu fikri sağlıklı bulmuyorum. Bu yolla fakirin hakkına tahakküm etmenin çaresi aranıyormuş gibi geliyor bana. Zekâtları fakirlerin inisiyatifine bırakmama gayreti bu. Hâlbuki zekât malının nerde ve nasıl kullanılacağı, sadece onu alan fakirin karar vereceği bir şey. Başkaları niye bu konuya iştah kabartıyor? Zekât malında fakirin sözü geçmeyecekse, verilen şey zekât olur mu?
Zekât verenler veya onların vekilleri, mal üzerindeki mülkiyet ve menfaat ilişkilerini bütünüyle kesmiyorlarsa hâlâ bunda tasarruf ediyorlarsa, verdikleri şey zekât olmaz. Zekât malı bir an önce yerine ulaştırılmalı, üzerinde bir müddet daha tahakküm etmek için dolambaçlı yollara girilmemeli.
Hem ülke ekonomisini kalkındırmak, zekâtın görevi değil
ki. O başka bir iş. Zekât, zenginle fakir arasında köprü kurar. Ve zekât sadece
gerçek kişilere verilir. İnsanla insan arasında bir ilişkidir zekât. Bu, laik
devlette böyle olduğu gibi tarihteki İslam devletlerinde de genel olarak böyle
olmuştur. Aşağıda değineceğiz buna. Şu da var: Laik bir devlette kurulacak böyle
bir zekât kurumunun zekât malında tahakküm etmesine din izin veriyor mu? Ya da şöyle
soralım: Dinin haberi var mı bu işten?
2. Zekâta abartılı anlamlar
yüklememek lazım. Ne yazık ki, bazıları, bütün zenginler zekât verse toplumda
fakir kalmaz, diyorlar. Diyorlar ama bu cümle bana biraz abartılı gibi geliyor.
Çünkü zekât, genel olarak, kırkta bir veriliyor. Yani %2.5. Bununla bir
ülkedeki fakirlik ve muhtaçlık sorunu biter mi, emin değilim.
Fakirliğin bitmesi için daha
fazlasına ihtiyaç var. Zekât sadece bir başlangıç, ilk basamak. Yapılacak hayır
hasenatın asgari sınırıdır bu. Müslümanın, bu basamaktan yukarı doğru çıkması
lazım. Daha başka infaklarla, hayır ve hasenatla hem fakirleri gözetmeli hem de
başka hayır işlerine destek olmalı.
3. Bazı fakirleri daimi olarak gözetmek
için ve ayrıca diğer hayır işlerini yürütmek için sürekliliği olan yardım
müesseselerine ihtiyaç duyulduğu doğrudur. Zira toplumda sürekli yardıma muhtaç
kimseler; müzmin hastalar, yaşlılar, engelliler, mülteciler ve muhacirler gibi
kesimler hep var olacaktır. Fakirler dışındaki birçok hayır işi de sürekli
finanse edilmeyi beklemektedir. Duyulan ihtiyaç bellidir ama bu müessese, zekâtla
değil başka bağışlarla kurulmalıdır.
Zekât, bir çırpıda verilen, belli
yerlerde bekletilmemesi ve hemen yerine ulaştırılması gereken ve aynı zenginin tekrar
zekât verip vermeyeceği garanti edilemeyen, yani bir nevi kesintili bir yardım
çeşidi. Buna bel bağlanarak uzun vadeli bir işe girişilemez. Yani, yardım
kurumunun sürekliliği zekâtla sağlanamaz.
Ayrıca devlete ait bir zekât
kurumu kurmak ve işletmek o kadar kolay bir iş değil. Tarihe baktığımız zaman
Hz. Osman (r.a.) zamanından beri, şöyle dört başı mamur bir zekât kurumu
neredeyse hiç olmamış. Yüzyıllarca hüküm sürmüş Osmanlı devleti bile zekât
toplayıp dağıtacak bir müessese kurmamış, kuramamış. Neden? Çünkü zekât çok
hassas bir ibadet. Toplamasında ayrı bir hassasiyet dağıtmasında ayrı bir
hassasiyet... her adımında ayrı bir hassasiyet gerekiyor. Hele bir de günümüzdeki kurumsallığın getirdiği resmiyet oluşursa, o soğuk yüz, zekât gibi bir ibadete
pek yakışacak gibi gözükmüyor.
4. Zekât kurumunun bir riski de
şudur: Günümüzde ve ülkemiz koşullarında yardım toplayanların kurumsal hataları
hakkında bir şayia çıktığında, insanların yardım yapma duyguları da baltalanıyor,
onarmak çok zor oluyor. İşin bir tarafında, insan denen varlıkla para
arasındaki o malum "duygusal" ilişkinin bulunduğunu hiç unutmamak
lazım. Bu duygusallık şimdiye kadar nice vakıfları ve dernekleri batırdı. Nice
samimi gayretleri mahcubiyetle sonlandırdı. Şayet adı zekâtla özdeşleşen bir
kurum ortaya çıkar ve sonra da o kurumdan değişik kokular gelmeye başlarsa çok yazık
olur. Bunun toplumdaki dinî duygular üzerinde meydana getireceği tahribat,
bugün zekât vermeyen zenginlerin bireysel hatalarından kaynaklanan tahribattan
çok daha ağır ve uzun süreli olur. Çok riskli bir iş.
Belki de bu hassasiyetlerden dolayı Hz. Osman (r.a.) bile altınların, gümüşlerin, paraların ve ticaret mallarının (emvâl-i bâtıne) zekâtını vermeyi kişilerin kendi inisiyatifine bıraktı. Bunların zekâtını siz kendiniz verin, benim zekât memurlarım sadece öşürü ve sâime hayvanların zekâtını sizden toplayacak dedi. Sonraki süreçte Irak, İran, Orta Asya ve Anadolu gibi yerlerde bütün topraklar devlete ait sayılınca, başka bir ifadeyle, öşür arazisi sayılmayınca, öşür toplama durumu da ortadan kalktı. Böylece zekât neredeyse bütünüyle bireysel bir ibadet haline geldi.
Tarihte zekat toplayan kimi yerel yönetimlerin keyfi uygulamaları ve zekat ahkamına pek riayet etmemeleri, devlete verilmesi durumunda, zekatın geçerli olup olmadığı hususunun uzun fıkhi tartışmalara konu olmasına neden oldu. Bu gibi nedenlerle devletler, zekat gibi hassas bir meseleyi pek üstlenmek istemediler. Vergilerini tıkır tıkır topladılar ama genellikle zekâta karışan olmadı. (Selahaddîn-i Eyyûbî gibi yöneticilerin sınırlı süredeki lokal uygulamaları hariç.)
5. Bu topraklarda bin yıldan beri, zekât kurumu bulunmadığına göre, kurumsal zekât uygulaması bakımından yararlanacağımız bir örnek yoktur. Gerçi zamanımızda başka ülkelerde zekâtın devlet eliyle toplanmasına ilişkin örnekler vardır. Fakat bunların ne kadar sağlıklı işlediği bir tarafa, farklı dinî anlayışların, sosyal olguların ve farklı siyasi yapıların hakim olduğu bu coğrafyalardan ülkemize “ithal” edilecek bir zekât kurumunun, bizim dinî anlayışımızla ve sosyal dokumuzla ne kadar uyuşacağı da büyük bir sorundur.
6. Süreklilik arz eden bir yardım
kurumunun kurulması arzu ediliyorsa ve bununla hem muhtaçların ihtiyaçları
giderilsin hem de başka hayır işleri daimi olarak finanse edilsin isteniyorsa,
bunun örneği geleneğimizde var: “Vakıf müessesesi".
Vakıf müessesini işleterek hem
fakirlere yardım edebilirsiniz hem borç isteyene borç verebilirsiniz hem de
cami, Kur'an kursu, okul, köprü… yapabilir ve yaşatabilirsiniz. Ama bunların
çoğunu zekâtla yapamazsınız. Zaten Müslümanların yapacağı hayırlar sadece zekâttan
ibaret değil ki. Niye her konuda sadece zekât akla geliyor?
İsteyenler Osmanlı’da güzel
örneklerini gördüğümüz bu vakıf medeniyetini devam ettirebilir ve geliştirebilirler.
Ama zekât bireysel kalmaya devam etmelidir. İsteyen kişiler, kendileri veya
vekilleri aracığıyla zekâtı fakirlere ulaştırırlar. Bazı dernekler ve
kuruluşlar da vekâlet yoluyla kişilerin zekâtını fakirlere ulaştırabilirler.
Ancak onların yetkisi de vekâletle sınırlıdır. Bu tür bir aracılık yapmaları, zekât
kurumu oldukları anlamına gelmez. Zekâtı bekletemezler, zekât malını yatırımda
değerlendiremezler, zekâtla bina ve fabrika gibi şeyler inşa edemezler, zekât
malından kesinti yapamazlar ve masraflarını zekâttan karşılayamazlar.
Velhasıl, zamanımızda zekât toplama ve
dağıtma işine kurumlar ve devletler pek karışmamalı. İbadet, kul ile Allah
(c.c) arasında. Hele hele laik bir devlette, bu iş kişilerin vicdani bir
meselesi olarak kalmalı. Yoksa kaş yaparken göz çıkartma durumu ortaya
çıkabilir. Zekâtı bulandırmamak lazım.
Allahü a'lâ ve a'lem.
Benzer Yazılar:
- Zekat toplayıp dağıtan kuruluşların tarihi kökeni (?)
- Bizim ülkemiz başka yerlere benzemez. Malezya'ya da benzemez. Meselemiz zekat kurumu
- ZEKAT KONUSUNDA "ÂMİLİN" SINIFI KİMLERDİR?
- YARDIM KURULUŞLARININ ZEKÂT İŞLERİ, POSTACI VE KARGOCUNUN İŞİNDEN FARKLI BİR ŞEY Mİ?





