Şu tablodaki veriler doğruysa, bunlara nereden bakarsak bakalım birçok yorum ve tartışmayı beraberinde getireceği görülüyor. Fakat en başta, kimilerinin dinî gerekçelerle desteklediği bu kurumların hâlâ “banka” olmaya devam etmeleri ve hatta konvansiyonel bankalardan bile daha fazla kazanmaları dikkat çekiyor.
"Bankacılık"ta o kadar ilerlemişler ki, deyim yerindeyse, taklit aslını geçmiş. Dolayısıyla "az kazandıkları için" diye başlayan izahlar artık boşa çıkıyor. Peki nasıl kazanıyorlar?
Bankalar ancak paradan para kazanır. Yani faizden kazanır. Katılım bankaları da maalesef genellikle böyle kazanıyor. Alım, satım ve murabaha gibi kavramlar, bankacılık sektörü için gerçekçi değil çoğu zaman bir kılıftır.
Hâlbuki onların, paradan para kazanan bankacılık sektöründe değil de, reel sektörde yani mal ve hizmet üreten alanlarda öne çıkmaları ve İslam’ın iktisat ve ticaret gibi konulardaki ilkelerine uygunluklarını, yani şer’îliklerini arttırmaları beklenirdi.
Ne yazık ki, iş sırf kılıf bulma ekseninde yürüyünce, asıl hedef ıskalanıyor. Şer’îlik oranının artmasına çaba sarf etmek gerekirken, kazanca ve maddi göstergelerdeki artışa rağbet ediliyor. Böylece para ve banka alanında Batıda ihdas edilen sömürü düzeni, ”banka” olarak kalmakta ısrar eden mezkûr katılım bankaları vasıtasıyla aynen devam ettiriliyor.
Bir ülkede bankalar daha çok kazanıyorsa, üreticiler ve tüketiciler de o oranda kaybediyor demektir. Yani halk kaybediyor.
İnsaflı düşünen birçok Batılının dahi kabul ettiği bir hakikat, bankacılığın bir sömürü düzeni olduğudur. Sömürüye dinî gerekçe bulmakla ve adını değiştirip kılıf üretmekle vakit geçirmeye gerek yok. Bunun yerine içinde bulunulan şartlar gereği bu sömürüye mecburen maruz kalındığı itiraf edilse belki daha sahici olurdu.
İnandırıcılıktan yoksun ve sahte işler asla İslâm’a yakışmaz. Bu konularda atılması gereken adımlar geciktikçe Müslümanlar itibar kaybetmeye ve faiz hassasiyeti üzerinden din istismarı yapıldığı iddiaları gündeme gelmeye devam eder.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder