Dostun zararı

"Dostların aşırı ilgisi,
insanın
kendini ıslah etmesine manidir."
(Mevlânâ)

DÜŞMANININ GÜNAHI SENİN TÖVBEN YERİNE Mİ GEÇİYOR?


Zamanımızda öyle insanlar ortaya çıktı ki, düşman gördükleri tarafın günahlarıyla oyalanmaktan kendi günahlarına bakamaz oldular. Düşmanları günah işledikçe kendi günahları siliniyormuş gibi davranıyorlar. Belki de, düşman günah işledikçe bize sevap yazılıyor, diye düşünenler bile var.
O yüzden kendi günahlarına tövbe ettikleri, yaptıkları hatalardan döndükleri görülmüyor. Yanlışlarında ısrar edip gidiyorlar. Hatayı yapan kendilerinden olursa affetmek bir yana ona ödül bile veriyorlar. Bir de sonra çıkıp müslümanlık davasından bahsediyorlar ki, evlere şenlik!
Müslümanlık, o taraf-bu taraf davası mı?
Sen-ben kavgası mı sadece?
O tarafın yaptığı yanlışlar ve zulümler günah da, bu tarafın yanlışları ve zulümleri sevap mı?
Fe sübhanellah!
Müslümanlık, ahlak davası
Müslümanlık, iyilik davası
Müslümanlık, hak ve adalet davası
Müslümanlık, helal lokmanın davası
Müslümanlık, Allah'tan korkanların davası

ÖTEKİNİN KIBLESİ

Ötekinin kıblesini eleştirenin değil
kendi kıblesinden şaşmayanın namazı kabul olur.

Vaaz ve Vaiz

Nasıl diyebiliriz ki, "hocalar, vaizler... iyi anlatmadı" diye?
Halbuki nice cenazeler gördük ömrümüzde.
Tabuttaki ölülerden daha iyi vaaz veren olur mu?
Vaaza kulak vermeyenin mazereti kabul olur mu?

İSLÂM'IN HÜKÜMLERİNİ SIRTLARINDA TAŞIYAMAYANLAR DEİZM DİYE BİR ŞEY KEŞFETTİ (!)

Başlamadan önce, bu yazıda ilahiyatçı kavramını, dinle ilgilenen ve din hakkında konuşmayı meslek edinen kişi anlamında genel bir ifade olarak kullandığımı belirtmek isterim.

Bugünlerin moda tabiri deizm. Peki deizm bir din midir? Hayır! Dinsizlik midir? Hayır! Nedir o zaman deizm?
Deizm, "bir tanrıya inanırım ama hayatımı tanrının istediği şekilde değil keyfime göre yaşarım", diyenlerin uydurduğu bir şey. Bugünlerde bu tabir, İslam ahkamını ve özellikle de ameli hükümleri kendi üzerlerinde ağırlık gören sözde ilahiyatçılar, felsefeciler ve sözde Kur'ancı olduğunu söyleyen kişiler tarafından parlatılıyor.
Çünkü dinin amel boyutu onlara ağır geldi. Böyle bir din olmaz, dediler. Dinde bu kadar çok ahkam olduğu için insanların bu dinden kaçtığını söylediler. Ve kaçılan yeri deizm diye tanımladılar.
Demek istiyorlar ki, siz dinde bu kadar ahkam olduğunu söylerseniz, dini hayata uygulamaya kalkarsanız insanlar da dinden kaçar. Dinin zihinde ve kalpte olduğunu, kişinin kalbi temiz olduktan sonra hayatını istediği herhangi bir ideolojiye göre tanzim edebileceğini, bunu yaptığında da İslam'ı doğru olarak yaşamış olacağını söyleseydiniz, işte bu, doğru olurdu (!)

Evet saydığım kesimler adeta bunları söylüyorlar. Bu kesimler dışında, güya tasavvufu savunmak adına fıkıh ilmine ve kelam ilmine saldırıda bulunan sözde tasavvufçu bazı akademisyenlerin de bu fikre kısmi destek verdiğini belirtmem gerekir. Çünkü onların beğendiği dinde de, fıkıh yok, amelî ahkam yok, bol bol batinî teviller var. Budistler gibi "nirvanaya ermeyi" kutsuyorlar ama gerek inanç bakımından gerekse amel bakımından dinin sınırları olmasını kabul etmiyorlar. Hatta bu sözde tasavvufçu akademisyenler arasında, İslam'ı tek hak din olarak kabul etmeyen, bütün dinlerin birliğini ve eşitliğini savunan ve dolayısıyla neden İslamiyeti seçtiğini anlamsız hale getiren bazı kişiler bile var.
Halbuki, şayet hakikaten Allah'ın dinine tabi olmaktan bahsediyorsak, İslam dininde ta baştan beri kırmızı çizgiler vardı, sınırlar vardı. Nasıl inanacağımız hakkında olduğu gibi nasıl yaşayacağımıza dair de kurallar vardı. İslam, iman ve amel-i salih şeklinde iki boyuta sahipti. Ama bahsettiğim o sözde ilahiyatçılar ve felsefeciler için amel boyutu, hep dışlanması gereken bir boyut sayıldı. Sözde Kur'ancılar için ise, amel boyutu sadece keyfe bağlıydı; Kur'an'ı kendi keyfine göre yorumlarsın, istediğin hükmü alırsın; beğenmediğini ve aklına uymayanı atarsın. Böylece ağırlıklardan kurtulmuş olursun (!)

Onlar din deyince sadece fikrî tartışma malzemesi olacak bir şey aradılar. Entellektüel fantezilerini tatmin edebilecekleri bir laf kalabalığı sayıyorlar dini. Ama "hayatımda dini nasıl yaşamalıyım?" gibi sorulara asla cevap vermek istemiyorlar. Dinin hükümlerinin günümüzde de hayata geçirilmesi hakkında; ailede, sokakta, ekonomide, iş dünyasında, kılık kıyafette, yiyecekte, içecekte... dinî hassasiyetlere nasıl dikkat edileceği hususunda konuşmayı istemiyorlar, bu konularda konuşanları ve çözüm üretenleri de dar görüşlü olmakla suçluyorlar. Onlar sadece eleştirmeyi bilen, hayatı dine uyarlamak için hiç bir gayretleri olmayan kimseler.

İşte sadece Allah'a inanmayı öngören ama hayatında bir Batılı gibi yaşamayı, seküler olmayı teşvik eden sözde dinin adıdır deizm.
Birileri yeni dinleriyle avunsunlar. Biz ise elimizden geldiğince Allah'ın dinine tabi olmaya, Allah'ın dinini hayatımıza yansıtmak için çabalamaya devam edeceğiz. Bu uğurda bizimle birlikte olan din kardeşlerimize, bize kılavuzluk yapan ilahiyatçı hocalarımıza da duacı olacağız.


Aceleyle üretilen ucuz (!) fetvalar

KRAVAT SEÇMEK İÇİN AYRILAN ZAMAN NE KADAR?
FETVA ÜRETMEK İÇİN AYRILAN ZAMAN NE KADAR?
Fen bilimlerinde bir bilimsel sonucu elde edebilmek için birçok araştırma ve defalarca deney yapılır. Belki onlarca, yüzlerce deneyden sonra karara varılır. Sosyal bilimlerde ileri sürülen tezlerin de çok çeşitli araştırmalara, bulgulara dayanması gerekir.
Peki, din konusunda fetva verenler ve ahkam kesenler, bu hükümlerini kaç araştırmaya dayandırıyorlar? Kendileri o fetva için ne kadar zaman ayırıyorlar acaba?
Bir kravat almak için üç ayrı mağaza gezen, bir ayakkabı almak için birkaç hafta boyunca mağaza mağaza dolaşanlar, bir fetvayı sadece 3-5 dakikada üretebiliyorsa, onlara sadece Allah'tan korkmalarını söylerim.



İLİMDEN BAŞKA RÜTBE ARAYAN SÖZDE İLİM ADAMLARIYLA NEREYE VARABİLİRİZ?

Güncel dinî bilgi üretmesi gerekenlerin, yani elini taşın altına koyması gerekenlerin, boş hevesler peşinde koştuklarını ve sonra da başkalarını eleştirdiklerini görmek ne kadar hayret verici!
En başta makam-mevki beklentisi, bulunduğu konumu ve geleceğini garantiye alma gibi amaçlar, ilmi çalışmaları bulandırıyor, ilmi toplantılarda reklam ve gösteriş hakikatin önüne geçiyor. Asıl çözümlenmesi gereken konudan çok toplantının medyada nasıl haber olacağına önem atfediliyor maalesef. Katılımcılar sözlerinin hak olmasını değil hangi kişiyi memnun edeceklerini önemsiyorlar. Birbirlerini ölçmekle veya kollamakla vakit geçiriyorlar, desek daha doğru olur herhalde.

Geçmişte güncel meselelere ilişkin yapılan sempozyum ve toplantılara davet edilenlerden bir çoğunun, hiçbir ilmî hazırlık yapmadan oralara gittiklerini, göstermelik bir kaç lafla işi geçiştirdiklerini çok defa gördük, duyduk.
Hatta öyle sahneler yaşanıyor ki, aylar öncesinden kendisine araştırma konusu verilmiş sözde ilim adamı toplantıya gelip "hiçbir hazırlık yapmadım ama şöyle bir cümle söyleyeyim de tartışılsın" deyip başlıyordu konuşmaya. Halbuki ümmet ondan bir kaç cümlelik net reçete bekliyordu. Bilmem hangi modern merkezde onbinlerce liraya mal olan o toplantı, işin neticelenmesini, karara bağlanmasını kolaylaştırmak için tertip edilmişti. Bu kadarı da yetmiyor, aynı mahiyetteki başka bir ilmi toplantıda o zat yine baş köşede. Fesübhânellâh!

Söz konusu toplantılar çözüm üretmek için değil kafa karışıklığını artırmak için yapılıyor sanki. Bir kısım zevât bugüne kadar yaptığı ilmi (!) çalışmalardan yararlı hiç bir sonuç elde edememiş olacak ki, o toplantılarda kafa karışıklıklarını ve bunalımlarını ortaya döküyor fakat neticeye ilişkin zerre kadar bir inisiyatif alamıyorlar. Ne o tarafı tercih ediyorlar ne bu tarafı. Mesele çözüm üretmek değil, laf kalabalığı yapmaktan ibaret kalıyor. Dostlar alışverişte görsün hesabı. Bir fikre azıcık eğilim gösterdiğinde de, ne kadar yüzeysel kaldığını, ciddi bir araştırmaya dayanmadığını, basit ve derinliksiz olduğunu görebiliyorsunuz. Sokaktaki sıradan bir vatandaşın konuşmasından farksız, aceleci, ön yargılı ve peşin hükümlerle sonuç alınacağı zannediliyor. Bir de o toplantıyı düzenleyenler, toplantı ortamını, zamanını ve şartlarını, gerçekten bir netice almaya dönük olarak mı hazırlamışlar? O da ayrı bir konu. Oradan çıkacak fikirlerin kalitesine önem veriliyor mu sorusunun cevabı karışık. Sonra o ucuz fikir ya da fikirler not ediliyor ama bir türlü halka ulaştırmaya cesaret edilemiyor. Çünkü o fikirler, sahiplerinin kendi vicdanlarını bile tatmin etmiyor ki, nerede kaldı ümmete merhem olsun.

Bu sonuç sadece problemlerin karmaşıklığından mı kaynaklanıyor? Hayır! Katılımcı statüsünde olup da bu tür birleşimlere gelenlerin acaba kaçı daha önceden o konuda yeni bir şeyler okuyarak, araştırarak geliyor? Adam güya çok büyük ilim adamı da cepten yiyecek! Halbuki ağzını açtığı zaman, doğrudan kendi ilim dalını ilgilendiren hususlarda bile bir sürü gaf yapıyor. Söyleyeceği cümleleri önceden tartmamış, bu sözlerin konuşulan meseleyle alakasını kuramamış ve hatta aktardığı sözde bilgilerin doğruluğunu test etmemiş.

Mesela son zamanlarda artık bana baygınlık veren bir örnek zikredeyim de meramım daha iyi anlaşılsın. Sözde ilahiyatçı bir kısım insanlar, evlilik ve aile ile ilgili her toplantıda Osmanlı Hukuk-i Aile Kararnamesi'nden bahsederler. Bu kararnamede evlilik yaşının asgari 17-18 olduğundan övünerek söz ederler. Dinimizde küçüklerle evlenme yoktur, diye nutuk atarlar. Sorsan kendileri fıkıh alanında da acayip uzmandırlar. Güya yüz yıl önceden örnekler verirler. Bir de ilave edip "Biz daha fıkhın o dönemdeki seviyesine bile gelememişiz! Nedir bu halimiz?" demiyorlar mı? Çileden çıkıyorum adeta. Yahu gidip o kaynakları sen kendi gözünle gördün mü hiç? Hem de o alanın uzmanısın ya. Açıp baksaydın o kararnamede 9 yaş diye bir şeyden söz edildiğini de görecektin. Gerçeğin ne olduğunu anlayacaktın. O yalan yanlış bilgilerinle bir yerlere mesaj göndereceğine, çıkıp ciddi bir araştırma yapıp kendi fetvanı sıfırdan oluştursaydın daha iyi olurdu.
Yazık ki, bu tür kişilerin bilmediği o bilgileri, din karşıtı cenahtan bazı kişiler bile daha doğru yazıyor. Sonra da gelip bunlarla alay ediyorlar.

Kim, hangi davanın peşinde?
Araştırmalar neden niteliksiz?
Nasıl oluyor da bir ilim adamı kendi alanındaki kaynaklardan habersiz? Konuştukları medyanın popüler dilinden ibaret?
İslam adına fetva üreten başkalarını eleştirenlerin kendileri neden bu kadar yüzeysel? Hayatlarında bir fıkıh kitabını bile okumamış, müslüman halkın bir dinî sorusuna bile çözüm aramamış kimseler nasıl oluyor da fıkıh-fetva alanında lüzumsuz konuşabiliyorlar?

Bu nasıl bir hadsizliktir ki, kendi yapması gerekeni yapmayanlar, başkalarını eleştirebiliyorlar?

Eğer bu din onlara kalsaydı, belki de hiç bir zaman güncellenemezdi. Kendileri ölürler giderler ama İslam'ın hayata geçirilmesine dair hiç bir çözüm bulunamazdı. Zaten belki de onların amacı bu mudur, bilemiyorum. Nitekim çağımızda, dinimizi hayatın çeşitli alanlarından söküp atma gayretleri bütün hızıyla sürüyor. Her gün bir halka koparılıyor.

Elhamdülillah ki, elinden geldiği ölçüde bir şeyler yapmaya çalışan, ümmetin güncel problemlerine çözüm üretmeye çalışan bazı ilahiyatçılarımız var. Eksiklikleri ve kusurları olabilir. Ama bana göre onlar, yukarıda bahsettiğim kişilerden çok daha fazla duaya layıktırlar. Rabbim gayretlerini arttırsın. İlim mevkilerinde bulunup da ilimden başka bir rütbe arayışına girenleri ve ümmetin umutlarını boşa çıkaranları da Allah Teâlâ'ya havale ediyorum.

Kalbimin sesini kalbinizle dinlemeniz dileğiyle...



İslam'ın bugüne hitap edebileceğine inanmayanlar dinî hükümleri güncelleyebilirler mi?

Birkaç gün önce, bu kadar fakültenin "TARİHTEKİ İSLAM'ı anlatmak için kurulmuş olamayacağını ifade eden bir yazı yazmıştım. Tevafuk ki, bunun hemen ardından gündeme bir anda "dinin güncellenmesi" meselesi geldi
Burada asıl sorun şu: Dinin güncellenmesi işi, dinin tarihte kaldığına inananların yürüteceği bir iş midir?
Bütün hayatı boyunca din üzerinden konuşarak para kazandığı halde hayatında bir tane dahi güncel bir dinî görüş ileri sürmemiş, sürekli yüzeysel tartışmalarla uğraşmış, laf kalabalığı yapıp lafı dolandırmış ama bir tane bile güncel sorunla ilgili açık ve net bir hüküm üretememiş kişiler mi dini güncelleyecek?
Ümmetin arasına karışıp onların dertleriyle dertlenmeyenler, oturdukları fildişi kulelerden mi İslam'a hizmet edecekler?
Dinin teorisi üzerine sürekli ahkam kestikleri halde, halkın "şunu nasıl yapalım?" "bu caiz mi, değil mi?" gibi sorularından kaçıp sürekli topu taca atanlar, sıkıştıklarında da "ben fetvacı değilim" diyenler mi yapacak bu güncellemeyi?
Bir defa onlar, İslam'ın bugüne hitap edebileceğine dair bir inanca sahipler mi ki? İslam'ın günlük işlere, aileye, ticarete... hükmedebileceğine inanıyorlar mı ki?
Dinin güncellenmesi işini bunlar yapacaksa, vay halimize, demekten kendimi alamıyorum.



BU KADAR FAKÜLTENİN "Tarihteki İslam"ı ANLATMAK İÇİN KURULDUĞU KANAATİNDE DEĞİLİM

Türkiye'de din eğitimi veren kurumların yalnızca tarihi ve arkeolojik çalışmalar yapmak, yani "tarihteki İslam"dan bahsetmek üzere kuruldukları kanaatinde değilim.
Onlar bugünün insanına, problemlerini çözmede rehberlik edecek yeni bilgiler de üretmek zorunda.
İnançla ilgili, sosyal hayatla ilgili ve hatta psikolojik problemlere dair dinî çözümler üretemedikten sonra, bu konularda insanlara rehberlik edemedikten sonra bu kadar din eğitimi kurumuna ne ihtiyaç var?
Bugünün ilahiyatçısı, problemleri ilahiyat dışındaki bilim dallarına havale etmekle görevini savsaklayamaz. Aksi halde kendisinin varlığı tartışmalı hale gelir.
(Not: Ümmetin problemlerine güncel ve dinî çözümler üretmek uğruna gayret eden ilahiyatçılara müteşekkirim.)

Var olma savaşı, yolun başı

Var olma savaşındayız. Can derdine düşmüşüz.Verdiğimiz kavganın neredeyse bütünü maddi varlığımızı korumak için. Oysa bu daha bir başlangıç.
Gelecekte mücadele edilecek o kadar çok şey var ki, milli ve manevi varlığımızı, değerlerimizi korumak ve yaşatmak için.
Yalana dolana, hileye hud'aya, harama, toplumumuzu sömüren faize, yoksulluğa, usulsüzlüklere, görgüsüzlüklere, ırkçılığa ve toplum ahlakını tehdit eden her türlü fuhşiyata karşı birer müslüman olarak vereceğimiz daha çok mücadele var.
Kısacası toplum olarak İslamlaşmamıza daha çok yol var.
Ama ümitliyiz. Çünkü doğru yoldayız.


ÇOCUKLARIMIZ KİMLERİN KÜLTÜRÜ İLE BÜYÜYOR?

"Bir bilimsel çalışmaya göre İngiliz anne babalar çocuklarıyla günde ortalama 8 dakikalık anlamlı konuşma gerçekleştirirken, bu süre Amerikalı anne babalar için sadece 5,5 dakika." (Bkz. Kemal Sayar, Yavaşla, s. 223)
Türkiye ile ilgili henüz sağlam bir istatistik yok. Ama yukarıdakilere yakındır.
PEKİ ÇOCUKLARIMIZ KİMLERİN KÜLTÜRÜ İLE BÜYÜYOR?
ATALARIMIZIN, NİNELERİMİZİN VE DEDELERİMİZİN ÖYKÜLERİNİ, ONLARA KİM AKTARACAK?

Şehitlerimize ve gazilerimize imrenmemek mümkün mü?

Allah yolundaki mücadelede;
  • maruz kalınan her bir susuzluk için,
  • her bir yorgunluk için,
  • her bir açlık için,
  • kâfirleri öfkelendirecek biçimde atılan her bir adım için,
  • düşmana karşı elde edilen her bir başarı için,
  • yapılacak en ufak bir infak için
  • katedilecek her bir yol için
ayrı ayrı sevap vardır.
Allah, iyilerin emeğini asla boşa çıkarmaz.
(Bkz. Tevbe Süresi 120 ve 121. ayetler)

Masum olmak, huzurlu olmaya yetmiyor

Mevlâna der ki;
Nice tilki vardır ki, derisinin güzelliği yüzünden canından olur.
Nice filler, dişlerinin güzelliği yüzünden öldürülür.
Nedir peki bu sözlerden alınacak ders?
Belki de şudur:
Masum olmak ve haklı olmak, huzurlu olmaya yetmez.
Senin huzuruna göz dikmiş ve derini yüzmek isteyen birileri, hep vardır.
Dişlerini söküp ağzını kapatmak isteyen birileri, hep vardır.
Onlara karşı daha tedbirli olman gerekir.
Haklı olsan bile.
Doğru yolda olsan bile.






Ezan vakti

Ölenler bize ne söylerler
Kalkıp gelseler bir ezan vakti

Diriler bize ne söylerler
Bakıp anlasalar yalnız bir kabri

Roman, öykü, film... derken ahlak dışı davranışları normalleştirme tehlikesi

Dijital dünyaya iyice esir olduk ama hiçbir şey matbu bir kitap okumanın yerini tutmuyor. En çok okunan kitaplar ise romanlar ve öyküler. Peki romanlar ve öyküler nasıl okunmalı ya da hangileri okunmalı veya okunmamalı diye bir sorunumuz var mı?
Geçmişten beri, bir çok roman ve öyküde  birtakım ahlaksızca davranışların çok detaylı şekilde tasvir edildiğini görüyoruz. Ve genellikle bunların yanlışlığına dair ironi biçiminde de olsa bir imada bulunulmuyor. Edebi seviyesi yüksek sayılan meşhur roman ve öykülerde bile bu duruma rastlanabiliyor. Bu husus herkesçe malumdur. Acaba bu yayınlar vasıtasıyla birtakım kötülükler normal hale getirilmek mi isteniyor diye düşünmeden edemiyorum. Sonuçta bu kitaplar tamamen kurgu ürünü ve bilinçli şekilde böyle kurgulanıyorlar. Zihne getirilen şeylerin ise gerçek hayat bakımından normalleşme tehlikesi var.
Bu tür kitapları okudukça zihin artık bunlara alışmaya başlıyorsa ve kişi gerçek hayatta da bu davranışları normal karşılama eğilimine giriyorsa, dinî ve milli kimliğimiz için tehlike çanları çalıyor demektir.
Günümüzde tv dizileri yoluyla -ve güya, olduğu gibi aktarmak bahanesiyle- birtakım ahlaka sığmaz davranışların telkin edildiğini çoğu kişi görüyor ve endişe duyuyor. Ancak kitaplar konusunda bu hassasiyet kaybolmaya başladı gibi. Halbuki o dizilere ilham verenler; romanlar, öyküler vs. değil mi?
Özellikle çocuklarımızın ve gençlerimizin istediği kitap tavsiyelerinde yukarıdaki endişeyi taşıyarak dikkatli davranmak gerekiyor. Yani kimi kitapları okumadan önce bazı uyarıların yapılması lazım, aile içinde veya eğitim çevresinde. Edebiyat dünyasında yer edinmiş her roman ve öykü, velev ki bilmem kaç yüz temel eser arasına girse bile, tamamıyla bizden veya bize yakın olmayabilir. Değerlerimize yabancı hususlara karşı doğru bir tutum geliştirmek gerekiyor.
Esasında bir "okuma bilinci"ne sahip olan kişi, iyiyi kötüyü ayırt edebilir ve bir kitaptan alması gerekenleri alıp değerlerine aykırı olanları içselleştirmeden geçip gidebilir. Bu şuura sahiptir. Ancak henüz bu seviyeye gelmemiş olanlarımız için, çocuklarımız ve gençlerimiz için yapılması gerekenlerin olduğu inkar edilemez.
Kitap okumak güzel ama her kitabı okumak değil herhalde.



ŞEYHİ "NAMAZI TERK ET!" DEDİĞİNDE, NAMAZI TERK EDENLER (!)

Şeyhine bu derece bağlananları öven bir kitap varmış. Bu kadar uç bir örneği bir kitaba koymanın ve yayınlamanın nasıl bir hayra hizmet edeceğini umuyorlar acaba?
Benim peygamberimin hadisine göre ise "Allah'a isyan olan yerde kula itaat yoktur."
Lütfen artık kimse bu gibi yanlışlıkları savunmasın.
İster senden olsun ister benden, bu gibi fikirleri yayanlar İslam'a ve müslümanlara zarar vermeye çalışmış olurlar. Kendi liderlerine ölesiye bağlı ama İslam'a uzak olan oluşumlar, işte bu tür yanlışlıklardan besleniyor.
Böyle yanlışları tevil etmeye kalkışarak yeni fitnelerin oluşmasına zemin hazırlanmamalı.
Böyle bir itaat çeşidinin İslam ile bir alakası yoktur.

JET İMAMLARDAN DAHA TEHLİKELİ OLANLAR: JET FETVACILAR


Şu zamane hocaları, kendilerine bir ayakkabı almak için ayırdıkları zaman ve yaptıkları araştırma kadar, her bir fetva için de zaman ayırıp araştırma yapabilselerdi keşke. Maalesef sorulur sorulmaz hemen şipşak cevap veriyorlar. Hızlı ve ucuz... Alın terinin değmediği fetvalar bunlar.
Halbuki,
Ayakkabıda yapılacak yanlış, parayı yakar, çöpe atar, belki biraz da ökçeleri yaralar.
Ama fetvada yapılacak yanlış, canı yakar, hocayı cehenneme atar ve belki de öbür dünyasını tamamen karartır.
Bunu kavrayabilmek için daha ne kadar okumak lazım?

Öbür dünya mı, yakın dünya mı?

Dikkat edin! Gelecek olan her şey yakındır
Sonunda toprak, her canlıdan bir gün nasibini alacaktır.

İMAMLA CEMAATİN ARASINI AYIRMAYAN MİNBER !

BİR MİNBER MODELİ
Türkiye'de, hutbenin okunduğu yer olan minber, bazı camilerde cemaat ile imamı birbirinden ayırmaktadır.

Namaz kılarken caminin ön tarafında ilk safların sağında ve minber ile duvar arasında kalan cemaatin, imamın hareketlerini takip edemediği hep şikayet edilmektedir.
İşte bu problemi çözecek bir örnek Ankara/Tacettin Dergahı'ndaki camide var.
Bu minberin bir model olabileceği kanaatindeyim.






KUR'AN KURSU PARASI KURBAN ORGANİZASYONUNA AKTARILABİLİR Mİ?

Herhangi bir kurban organizasyonunda görevli olanların DİKKATİNE !

Genel merkeziniz size para gönderip bununla örneğin 30-40 kurban satın al, kes ve dağıt diyor. Ama gönderilen para bu kadar hayvan satın almak için yeterli değilse ve piyasa daha pahalıysa bu durumda, vakfın diğer paralarından ya da derneğin ve kuran kursunun paralarından buraya ilave edilerek o kurbanlar kesilemez.

Çünkü;
1) Böyle bir şey yapıldığında o vakıf paraları, adına kurban kesilecek kişilere hibe edilmiş olur. Ama adına kurban kesilecek kişiler dinen zengin kişilerdir. Vakıf, kurs ya da hayır paraları, bu zenginlere yardım için harcanamaz.

2) Vakıf, dernek ve kurs paraları vatandaştan toplanırken bunların nereye harcanacağına dair söz verilmiştir. Bu söze ihanet edilemez. Vakıf malına hıyanet olmaz. Hayır parası hangi amaçla toplandıysa ancak o amaç için kullanılabilir.

3) Bir kurban hissesi kimin adına kesilecekse, o hissenin bütün parasının o kişi tarafından verilmiş olması gerekir. Birkaç kişiden para toplanıp bununla "bir" hisse kesilemez. Aksi halde o kişilerin kurbanı geçersiz olur.

Velhasıl, kurban organizasyonları hassasiyet ister, diyorum.



Kurban organizasyonlarının daha şeffaf hale gelmesi hakkındaki geçmişte yazdığım bir yazı için TIKLAYINIZ