BAZILARI İNSAN OLMAYI KÜÇÜMSÜYORLAR
Bir müddet sonra, bu tür iddiaların çoğunun yalan olduğu ve uydurulduğu da ortaya çıkıyor. Bu işleri yapmak adeta bir kesimin mesleği haline gelmiş.
Belli ki, dinî konularda halkın zihni yapısı bozulsun, bulanıklık devam etsin ve kafalar iyice karışsın isteniyor.
Rüyaya dayanarak ilaç tavsiyesinde bulunmanın ne gibi mahzurları bulunduğu meselesini başka bir yazıya bırakarak, burada bir hususu dostlarımla paylaşmayı dinî ve insanî bir vazife biliyorum.
Anlaşılan o ki,
Bu tür iddialarla, birileri kendilerinin normal bir insan olmadıklarını, doğrudan Allah (cc) ve Peygamber (sas) ile görüşen üstün varlıklar olduklarını ilan etmeye ve toplumdaki diğer insanlara karşı özel bir imtiyaz kazanmaya çalışıyorlar. İnsan olmak bunlara az geliyor (!) Hatta insan/beşer olan bir Peygambere ümmet olmak bile bunlara ağır geliyor, bundan gocunuyorlar.
Allah (cc) Muhammed Mustafa'yı (sas) son peygamber olarak ilan etmemiş olsaydı, herhalde bu kişiler şimdiye kadar çoktan peygamberliklerini bile ilan ederlerdi. Bunu yapamayınca kendilerine başka kapılar bulmaya çalışıyorlar.
Mesela, tarihten beri bir kesim, 'evliyalar enbiyadan üstün mü', diye bir tartışma başlatmışlar. Yani peygamber olamasalar bile, aralarındaki bazı kişilerin peygamberlerden üstün olduğu fikrini zihinlere yerleştirmeye çalışıyorlar. Amaç belli. Onların üstün varlıklar olduğuna inanan bazı kişileri etraflarına toplayıp onlar sayesinde güç ve iktidar elde etmek. Bu güç sayesinde bazı hedeflere ulaşmak.
Yine durmamışlar, 'şeyhin sana namazı terk et, derse terk eder misin?' gibi bazı sorular icat etmişler. Kimisi demiş, kerhen namazı terk ederim, kimisi de demiş ben şeyhimi dinlerim, gönüllü olarak namazı terk ederim.
Allah ve Rasulü namaz kılın, diye emrederken şunların meşgul oldukları meselelere bakar mısınız? Dindarların en azılı düşmanı şeytanın bile aklına gelmeyecek bu tür soruları bulmak ve kitaplarda yayınlamak neye hizmet ediyor? Amaç ne?
Korkarım ki, bu kişilerin beslendiği kaynaklar ve kitaplar, dini istismar eden terör örgütlerini besleyen kaynakların aynısı.
Dinimizin ve ülkemizin selameti için bu kaynakların kurutulması veya en etkili biçimde dezenfekte edilmesi gerekiyor.
27 Mart 2020
Bilal ESEN
Benzer Yazılar:
- RÜYAYA DAYANARAK İLAÇ TAVSİYE EDEN HOCALARIN GÜNAHI NE?
ASLINDA ÖLÜM, CORONAVİRÜS'TEN ÖNCE DE VARMIŞ (!)
20.03.2020
KATILIM BANKALARI KÂR-ZARAR ORTAKLIĞI PRENSİBİYLE Mİ ÇALIŞIYORLAR?
ZERRE ZERRE BİRİKENLER, UMUDUMUZ OLABİLİR
Velhasıl, "zerre kadar" deyip geçmeden, küçük-büyük her iyilik fırsatını değerlendirmemiz gerekmez mi? Çünkü en ufak bir hayra ihtiyaç duyacağımız o hesap günü, mutlaka gelecek!
Bu bir şaka değil, gerçek.
Büyük işler başaramıyoruz belki ama zerre zerre birikenler bizi kurtarır, inşaallâh.
Bilal ESEN
BUGÜN İLAHİYAT OKUMAK
Bugün din psikolojisi okumak...
a) Sadece tarihe mahkum olmayıp bugünün meselelerini de analiz edebilmek,
b) Sadece soru soran/soruşturma yapan konumunda olmayıp yeni dinî bilgiler de üretebilmek,
c) Sadece zihinsel konularla meşgul olmayıp insanların günlük yaşamında pratik karşılığı olan bilgilerle, "faydalı ilim"le donanımlı hale gelmek ve bu bilgileri halka rehberlikte kullanabilmek,
demektir.
Allâhu a'lâ ve a'lem.
2 Ağustos 2019
DİNÎ KONULARDA HATALI KONUŞANLARIN HEPSİNİ BİR TUTMAK DOĞRU MU?
İlim geleneğini baştan sona yıkmaya ve ilim adamlarına hakaret etmeye çalışanların, ilim sahipleri gibi saygı görmek istemeleri bir çelişki değil mi?
Tabi ki, biz çarpıtanlardan olamayız ve ahlak dışına çıkamayız. Fakat bugüne kadar yaptıklarıyla karşımızda adeta bir şer kalesi gibi duranları savunmak ve masum göstermeye çalışmak da bizim işimiz değildir.
Farz edelim ki, kimse onlarla uğraşmamış ve sözlerini çarpıtmamış olsaydı, ne yapacaklardı? Boşta kalan o zamanlarında yine müslüman ilim geleneğine hakaret etmeye devam etmeyecekler miydi? Yine din konusunda insanların kafasını karıştıracak projeler peşinde koşmayacaklar mıydı?
Belki de, birilerinin onları meşgul etmesi, İslam'ın ve müslümanların hayrınadır.
Bırakalım da ne halleri varsa görsünler.
Kurban organizasyonu yapan kuruluşlar etleri kime yediriyorlar/yedirebilirler?
Bu uygulamaya itiraz edenlere ise, Kurban bayramında kesilen kurbandan (udhiyyeden) herkes yiyebilir, bunu adak kurbanı gibi sadece fakirlere vermek lazım değil, diyorlarmış.
Burada hatalı bir değerlendirme yaptıkları açıktır.
Elbette ki kurban bayramında kurban kesen bir kişi, bundan ailesine de yedirebilir, zengin misafirlerine de yedirebilir.
Fakat yardım için kurulmuş bir kuruluş, insanlardan kurban vekaleti alırken bu kurbanları fakir ülkelere ulaştıracağını söylüyor ve afişlerinde sürekli fakir ülkelerdeki aciz ve perişan insanların görüntülerini kullanıyorsa, bu kurbanları keyfince dağıtamaz, sadece fakirlere dağıtması gerekir.
Bu kuruluşlar, kurbanlar üzerinde mutlak yetkili değildirler. Sadece vekalet verenlerin bildiği ve izin verdiği işleri yapabilirler.
Şayet daha rahat davranmak istiyorlarsa, şeffaflık içinde hareket edip işin başında para toplarken, her şeyi açıklamalı ve para verenlerden geniş yetki almalılar ve bunu da sözleşmede belirtmeliler. Söz konusu kuruluşların, para verenlerin bilmediği ve ileride duyduklarında razı olmayacağı işlere girişmeleri ne dinen ne de hukuken geçerlidir.
Kuruluşların kurban organizasyonları, basit bir bağış işlemi değildir. Birçok farklı iş ve hizmeti içermektedir. Para verenler adına hayvan satın alınması, kesilmesi, etlerin (fakire, zengine, öğrenciye, devlet görevlilerine vb.) dağıtılması, organizasyon masrafları için kesinti yapılması, organizasyon görevlilerine ücret ödenmesi, kurbandan artan paraların ve etlerin çeşitli maksatlarla değerlendirilmesi, toplanan paralar eksik kaldığında çeşitli yöntemlerle tamamlanması ve bunlar gibi daha birçok mesele vardır.
Bütün bu meselelerde yardım kuruluşları, para verenlerin bilgisi ve izni dışında işlere girişemezler.
Bu sebeple her yardım kuruluşunun, kurban organizasyonuna girişmeden önce kapsamlı bir vekalet sözleşmesi hazırlaması gerekir. Böylece insanlar da neye vekalet verdiklerini bilmiş olurlar.
Kurban organizasyonu bir bağış meselesinden ibaret değildir. Bu iş "dernek gelirleri alındı belgesi" ile halledilebilecek kadar da basit değildir. Nasıl ki ticari hayatta bir firmaya iş yaptırırken sözleşme yapılıyorsa, nasıl ki bir binanın ya da caminin yapımını üstlenen müteahhitle sözleşme yapılıyorsa, nasıl ki bir GSM şirketinden alınacak 20-30 liralık bir tarifenin bile bir sözleşmesi varsa, işte kurban organizasyonları da böyle bir sözleşme gerektirir.
Allâhu a'lâ ve a'lem.
18.07.2019
Bilal ESEN
ZEKAT KONUSUNDA ÂMİLÎN SINIFI KİMLERDİR?
KİMSE SENİN İBADETİNİ SENDEN DAHA İYİ DÜŞÜNMEZ, DÜŞÜNMÜYOR
Bugüne kadar benim gördüklerim ve yaşadığım tecrübeler bu konuda dostlarımı uyarmamı gerektiriyor. Gayret-i diniyem bana bunu söylettiriyor.
Zekat ve fitreyi hatta kurban ibadetini başkalarının insafına bırakmak, ancak son seçenek olabilir. İleride üzülmemek için bu konuda çok tedbirli olmamız gerekiyor.
İşlerini usulüne uygun yapmayan ve yardım işlerinde titiz olmayan müslümanları da uyarmamız hatta üzmemiz gerekiyor. Çünkü birçoğu başka laftan anlamıyorlar.
Dost acı söyler, derler. İşlerin düzelmesi için neden illaki acı konuşmamızı bekliyorlar, anlamıyorum.
Maalesef zamanımız müslümanları, parayla ve malla imtihanlarında hiç başarılı değiller.
Bilal ESEN
Fitre miktarını tespitte "asgari ücret" mi "açlık sınırı" mı ölçü alınır?
Günümüzde fitre olarak bir sa' yani yaklaşık 3 kg buğday veya yarım sa' yani yaklaşık 1,5 kg buğday verilse bu geçerli olur mu olmaz mı? Şu anda bunu pek tartışan yok. Zaten günümüzde genellikle, buğday gibi ürünlerin kendisinden fitre verilip verilemeyeceği sorulmuyor, para olarak verirsek ne verelim, diye soruyorlar. Buna cevap olarak, fetva otoriteleri de genellikle, bir kişinin bir günlük doyum maliyetinin parasal karşılığını hesaplamaya çalışıyorlar.
Şayet fitrenin alt sınırını belirlemede bir kişinin bir günlük doyum maliyeti esas alınacaksa -ki burada bir günlük geçim maliyeti değil de "doyum maliyeti" denildiğine dikkat etmek gerekir- kanaatim şöyledir:
Fitre miktarını belirlemede asgari ücret yerine "açlık sınırı"nı esas almak uygun olur. Çünkü asgari ücret hem gıda hem de diğer ihtiyaçları kapsayan bir maaş türüdür. Fitre ise sadece doyumla ve gıda ile ilgilidir. Bu sebeple fitrenin tespitinde açlık sınırı önem arz etmektedir. Tabi ki, açlık sınırını baz alalım derken, bunun sadece gıda ile ilgili masrafları kapsadığı varsayımıyla bunu söylüyorum. Yoksa bazı kuruluşların, açlık sınırını ilan ederken bunun içine başka masrafları da dahil ettiği ortaya çıkacak olsa, bunu da fitre için esas alamayız.
Gördüğüm kadarıyla, 2019 yılı Mart ayı itibarıyla Türkiye'de 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı, bazı sendikalar tarafından şöyle ilan edilmiştir:
a) TÜRK-İŞ: 2014 TL
b) MEMUR-SEN: 2387 TL
c) BİSAM (DİSK): 2046 TL
Bu rakamları önce 4'e sonra 30'a böldüğümüzde bir kişinin bir günlük ortalama doyum/gıda maliyeti, yani fitre miktarı şöyle çıkıyor:
a) 16,78 TL
b) 19,8 TL
c) 17,05 TL
Öte yandan, başka bir sendika, yetişkin bir kişinin günlük gıda ihtiyacının asgari olarak 13,5 TL olduğunu ve 4 kişilik bir ailenin (2 yetişkin ve 2 çocuk; çocuklardan biri 6 yaşından küçük, diğeri 6-15 yaş aralığında) günlük gıda masrafının asgari olarak 52 TL olduğunu belirtmektedir.
Fitrenin belirlenmesinde asgari ücretin neden esas olamayacağını başka bir örnekle şöyle izah edebiliriz: 2019 yılı için, eşi ve çocuğu olmayan bekar bir çalışanın aylık asgari ücreti 2020,90 TL'dir.
Evli olup eşi çalışmayan bir kişinin yani 2 kişilik bir ailenin aylık asgari ücreti ise 2058,37 TL'dir. Yani 1 bekara ilaveten ailede ikinci bir kişinin (eşin) bulunması, asgari ücrete aylık olarak sadece 37,5 TL ilave sağlamaktadır. Bu 37,5 TL'nin, ikinci kişinin aylık gıda masrafı olarak ilave edildiği kabul edilecek olsa, bu ilaveyi 30'a böldüğümüzde bu ikinci kişinin günlük masrafı 1,25 TL (bir lira yirmibeş kuruş) tutar.
Evli olan ve çalışmayan bir eşiyle üç çocuğu bulunan bir çalışanın yani beş kişilik bir ailenin aylık asgari ücreti 2154,3 TL'dir. Yani bir bekara göre aileye dört kişi ilave olmasına rağmen maaşta sadece 134,4 TL artış olmaktadır. Bu ilaveyi dörde bölüp sonra da çıkan rakamı otuza böldüğümüzde sonraki bu dört kişiden herbirinin günlük masrafı 1,1 TL (bir lira 10 kuruş) tutmaktadır.
Ortaya çıkan bu rakamlar göstermektedir ki, asgari ücretin, ailedeki kişilerin aylık gıda masraflarına göre belirlendiği söylenemez. Bu konuda başkaca kriterlerin esas alındığı açıktır. Dolayısıyla fitrenin belirlenmesinde de esas olamaz.
Unutmamak gerekir ki, fitre miktarının belirlenmesi, sadece, nisap miktarı mala sahip olan ve ramazan bayramında bir defaya mahsus fitre verecek olanları ilgilendirmemektedir. Fitre miktarının yüksek tutulması halinde ramazanda oruç tutamayan yaşlıların ve müzmin hastaların ya da yemin keffareti gibi keffaretleri bulunanların ödeyeceği miktarın yükseleceğini de hatırdan uzak tutamayız.
Fitrede gereksiz yere 1 TL artış yapıldığında, bu, sadece fitre verecekler için bir ramazanda 1 TL'lik ilave bir masraf getiriyor. Ancak oruç tutamayan kişiler de fitre miktarına göre oruç fidyesi vereceklerine göre, her 1 TL'lik artış onlar için bir ramazanda 29 veya 30 TL'lik ilave bir masraf getiriyor.
Bir fitre yaklaşık 17 TL kabul edildiğinde bir ramazandaki oruç fidyelerinin toplamı, 510 TL civarında oluyor.
Şayet fitrede gereksiz yere 6 TL artış yapılırsa bu, oruç fidyesi verecekler için bir ramazanda yaklaşık 180 TL ilave getiriyor ve ramazandaki oruç fidyelerinin toplamı 700 TL'ye yaklaşıyor. Tam bu noktada, fitre vermek için belli bir zenginlik şartı arandığı halde oruç fidyesi vermek için zenginliğin yani nisap miktarı mala sahip olma şartının aranmadığını da hatırlamak gerekir.
Sonuç olarak, fitreyi para olarak ödemek isteyenler için 2019 yılı ramazan ayında bir fitrenin asgari miktarı 17 TL'yi geçmez diye düşünüyorum. Dört sendikanın yukarıdaki verilerinin ortalaması da bunu göstermektedir.
(Dr. Bilal Esen / İslam Hukuku)
Kaynaklar:
1) http://www.turkis.org.tr/dosya/0B7Qd57aTry7.pdf
2) http://www.memursen.org.tr/mart-ayi-aclik-yoksulluk-rakamlari-aciklandi
3) https://www.cnnturk.com/yerel-haberler/istanbul/merkez/bisam-aclik-siniri-martta-2046-liraya-yukseldi-971546
4) https://www.kamusen.org.tr/genel-haberler/mart-2019-asgari-gecim-sonuclari-aciklandi/4202/
5) https://www.iha.com.tr/haber-asgari-ucret-2019-evli-bekar-cocuklu-cocuksuz-ne-kadar-oldu-2019-agi-hesaplama-tablosu-756852/
AKRABA İÇİN CEHENNEME TALİP OLMAK MI?
Allah, insana akrabalarıyla birlikte güzel birer müslüman olmayı emretti. Birbirini haramdan korumayı öğütledi.
"Yakın akrabanı uyar." dedi
"Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun." dedi.
Fakat her devirde bazıları bu tür uyarıları, akrabana torpil yap, kadrolara yakın akrabanı doldur, hemşehrilerini doldur, aşiretini doldur, diye anladılar. Adaleti, hakkaniyeti ve liyakati bir tarafa bıraktılar.
Devletin herhangi bir yerinde en ufak bir imkana sahip olduğunda, ilk iş olarak, buraya akrabamı nasıl doldururum, bu imkanı akrabama nasıl peşkeş çekerim, diye uğraşan bir kişi nasıl müslüman olabilir?
Olsa olsa, sülalece haramzâde olurlar.
Böyleleri, cehennemde "yalnızlık" çekmeyeceklerini şimdiden garantilemiş oluyorlar. Bütün aşiret, birlikte güzel güzel yanarlar (!)
MÜSLÜMANLAR ARASINDA GÜVEN SORUNU
Kimsenin haksız yere geleceğinin karartılmadığı, sudan bahanelerle şucu veya bucu ilan edilmediği adaletli bir ülke, herkesin hülyası.
Sonunda bazı gönüller kırıldı, kırılan gönüller onarılmadı, birçok eski dostun arasına kara kediler girdi. Kimseye güvenememe sorunu birliğimizi de tehlikeye attı. Böylece millet varlığımızı geleceğe güvenle taşıyıp taşıyamayacağımız konusunda tereddütler ve kuşkular oluştu.
Bir olalım, birlik olalım ama dostlarımızı yırtıcılara yem etmeyelim.
Gönül kıranlardan değil gönül alanlardan olalım.
HİÇBİR ŞİDDET ÇAĞRISININ ZAYIFLARA FAYDASI YOKTUR
Neticede, karşılıklı şiddeti kışkırtan güçlüler, her iki durumda da zayıfları ezerler. Suyu bulandırma bahanesiyle kurdun kuzuyu hep suçlu çıkardığı o malum hikayeye benzer durumlar, dünya üzerinde her gün yaşanır.
Ülkemizde de, şiddeti körükleyen, kitleleri birbirine karşı kışkırtmaya çalışan, toplumsal olaylarda suçlu-masum ayırmaksızın öteki olarak görülen herkese saldırmaya sevk eden ve özellikle sosyal medyanın çarpıtma haberleriyle insanları tahrik edenler, aslında bilerek veya bilmeyerek şiddetin dünya üzerindeki sahiplerine hizmet etmektedirler.
Biliyoruz ki, Türkiye'deki hiçbir şiddet çağrısı, müslümanlara fayda vermez. Burada kendini güçlü zanneden, dünya ölçeğinde zayıftır.
SORGULAYAN GENÇLİK
MİLLET VARLIĞINI TEHLİKELERDEN KORUYUP YARINLARA TAŞIYABİLMEK İÇİN
MÜSLÜMANCA BİR DURUŞ İÇİN
Münafıklara haber ver ki, onlar için acı bir azap vardır!
Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet yalnızca Allah’a aittir.
O size kitapta şunu indirmiştir: Allah’ın âyetlerinin inkâr edildiğini yahut onların alaya alındığını işittiğiniz zaman, onlar başka bir söze geçmedikçe kendileriyle beraber oturmayın; aksi takdirde şüphesiz siz de onlar gibi olursunuz. Allah elbette münafıkların ve kâfirlerin tamamını cehennemde bir araya getirecektir."
(Nisâ Sûresi 137-140. ayetler)
İLAHİYAT ALANINDA GÜZEL ŞEYLER OLUYOR
Bu tespiti yaparken maksadım, koskoca bir camiada hiç bir güzellik bulamamış da birkaç ihtida (!) öyküsüne sarılmış bir görüntü vermek değil. Fakültelerimizde tabii ki güzellikler ağırlıktadır ve aldığımız eğitimde bize en ufak bir hayrı dokunanlara minnettarız.
Şu da var ki, sessiz çoğunluğu bir yana bırakırsak, sesini yükseltmekle maruf bazı akademisyenlerin son zamanlardaki fren seslerini duymamak ve yola bıraktıkları lastik izlerini görmemek bir eksiklik olur. Bu sesler ve izler öyle sanıldığı gibi çevre kirliliğine yol açmıyor. Bunlara şahit olmanın ayrı bir güzelliği var.
Neler oldu peki?
Başta o aykırı sesler olmak üzere neredeyse bütün ilahiyatçılar, son zamanlarda, kendilerinin ileri sürdüğü bazı "yenilikçi" fikirlerin deizme yaradığını gördüler ve bundan beri olduklarını belirten açıklamalar peş peşe gelmeye başladı. Belki deizmle ilgili bir derneğin kuruluş bildirgesinde bazı ilahiyatçıların referans gösterilmiş olması, belki de tarihselcilik adına ileri sürülen bazı görüşlerin, ayetlerin ahlaka aykırılığını iddia edecek ve Kur'ân'ı beşer sözü sayacak kadar ileri gitmiş olması bu noktada tetikleyici oldu ve "dinin güncellenmesi" meselesiyle deizm arasına mesafe koymaya yönelik biraz da mahcubiyet içeren tespitler artmaya başladı.
Aykırı görüşleriyle tanınan kimi akademisyenler, yenilikçi olsalar da tarihselci olmadıklarını, kimileri tarihselci olsalar da deizme kayan tarihselcilerden olmadıklarını beyan eden yazılar yazdılar, yazıyorlar. Bu yazıların önemli bir kısmı sosyal medya paylaşımları biçiminde. Temennimiz bunların akademik makalelere ve kitaplara da dönüşmesi.
Fazlurrahman'ın fikirlerini Türkiye'ye getiren ve yayan kimseler dahi, bazı tarihselcilerce ileri sürülen uç iddialardan rahatsız olmuş durumdalar ve şimdilerde fazlurrahmancılığın deizmden farkını ortaya koymaya çalışıyorlar.
Gerçi problem sadece deizmden sakınmakla bitiyor mu? Çünkü bizim geleneğimize göre sakıncalı işler sadece deizmle nitelenmiyor, bununla sınırlı değildir. Ehl-i bid'atın bid'atından başlayıp fısk, haram, kebîre, sağîre ve mekruh diye devam eden nitelemeler de var. Bu kavramların da bize söylediği birşeyler var. Geleneğimiz ya hep ya hiç diye bir kısırlığı bize dayatmış değil. Sayılan kavramlar ve benzerlerinden her biri, sakıncalı işler yapanlara yönelik tepkinin veya kucaklamanın ne derece olacağına dair işaretler veriyor. Yelpazenin iki ucu arasındakine benzer dereceler ve kademeler kabul edilmiş. Aksi yöndeki iddialar haksızdır. Münkerler detaylı ayırımlara tabi tutulduğu gibi maruflarda da kısır bir ikilik yok. Farzı var, vacibi var, müstehabbı... var.
Son günlerde yaşananlarla ilgili umudumuz, bu rüzgardan, aykırı seslerin tümünün etkilenmesi, yarardan çok zarar getiren tartışmaların bırakılması, İslam'ın ve müslümanların sesini yükseltecek yerde deizmin sesi haline gelmekten vazgeçilmesi.
Onlardan, üfürükçülerin nefesine, kahinlerin safsatalarına inanmalarını veya tekkede el alma merasimine dahil olmalarını beklemiyoruz. Ama haklarında ne doktorlar ne profesörler teşhis koymuş, buna bir baksınlar da pansumandan kaçmasınlar istiyoruz. İleri sürdükleri görüşlerin vehametini ortaya koyanlara kızıp onların kişiliklerine saldırmalarının ve hakaret etmelerinin kimseye bir faydası yok. Sövüşmeyi bir ilahiyat dili haline getirmek, bu alandaki bütün kazanımların heba olmasına yol açacak bir potansiyeli barındırıyor.
Sözün burasında bir dua etmek geldi içimden. Yüce Allah'tan hastalıklarımıza şifa, dertlerimize devâ, ümmet-i Muhammed'in gençlerine ve tüm fertlerine kavî iman nasip etmesini diliyorum.
07.02.2019
Bilal ESEN
TARİHSELCİLİK ve NESH MUKAYESESİNE DAİR KÜÇÜK BİR NOT
30.01.2019
Bilal ESEN
TEK MAHARETİN YIKMAKSA...
Senin virane zannettiğin yapı, nicelerinin rüyası, nicelerinin huzurlu yuvası.
Bir de gönlüne bak. Belki de asıl sorun, oranın virane olması.
"HOCA"LAR TÜRLÜ TÜRLÜ
a) Kimisi balarısı gibi. Çayırların, bayırların, dağların ve ovaların en temiz yerlerinde geziyor. Bin bir çiçekten en güzel özleri topluyor, bal yaparak size sunuyor.
Tercih sizin.
"Dininizi kimden aldığınıza dikkat edin!"
17 Ocak 2019
Bilal Esen






