Bankaların en çok yaptığı işler, paraya ihtiyaç duyana faizli finansman, parasını bankaya yatırana da vadeli mevduat gibi yollarla faiz getirisi sağlamaktır. Bununla birlikte zamanımızda bankalarda faizli işlemler dışında da bir çok iş yapılmaktadır. Vadesiz hesap açarak yapılan ülke içi veya uluslararası para transferleri; vergi, fatura, bağış ödemeleri; kart, sigorta, hisse senedi, döviz ve kıymetli maden işlemleri; SGK, HGS, tapu güvenilir hesap işlemleri, çek, senet, maaş ve ATM işlemleri bunlardan bazılarıdır. Bu gibi işleri faiz alıp vermeden gerçekleştirmek mümkündür.
Fıkıhta, özellikle de Hanefi fıkhında malının çoğu haram olan kişiyle meşru bir mal ya da hizmet üzerine muamele yapmak, geçerli olmakla birlikte, mekruh sayılmaktadır. Buradaki mekruhluk ise kişinin, haramla iş yapmayı itiyat haline getiren biriyle muamele yapması halinde kendisinin de bir gün harama düşme riskinin bulunması sebebiyledir. Bu husus Hanefi fıkıh kitaplarında ( مثل معاملة من أكثر ماله حرام لاتحرم مبايعته حيث لم يتحقق حرمة ماأخذه منه ولكن يكره خوفا من الوقوع في الحرام كذا في فتح القدير) biçiminde ifade edilmektedir (Bk. Hamevî, Ğamzü uyûni’l-basâir, 1/385; Tahtâvî, Hâşiye alâ Merâk’ıl-felâh, 35). Muamelenin bu gerekçeyle mekruh sayılması söz konusu muameleyi ve bu muamele karşılığında alınan bedeli haram kılmaz. Yukarıdaki alıntıda bu da belirtilmektedir. Çünkü muamele, asıl itibarıyla meşru olan bir iş ve bedeliyle ilgilidir. Mekruhluk ise onu çevreleyen bir riskten/şüpheden dolayıdır. Bu tür meselelerde “harama destek olma” şeklinde bir gerekçenin hükme medar kılındığına fıkıhta (Hanefi fıkhında) rastlayamadık. Bir başka deyişle, malının çoğu haram olan kişiyle meşru bir alışveriş yapmanın mekruh sayılması, harama destek olma gerekçesinden dolayı değildir. Oradaki gerekçe, yukarıda belirttiğimiz gibi, böyle bir muamelenin haram işlemeye götürme riskidir.
Esas itibarıyla meşru olan bir muamele, taraflardan birinin başka konulardaki günahlarına destek olmak şeklinde yorumlanarak haram sayılamaz. Nitekim Peygamberimizin (s.a.s) yahudiler ve müşrikler gibi kesimlerle bir çok meşru alışveriş yaptığı bilinmektedir. Tarih boyunca müslümanlar Adriyatik'ten Çin seddine, farklı ülkeler, farklı dinler ve farklı meşreplerden insanlarla alışverişler yapmışlardır. İpek yolu ve baharat yolu gibi kavramlar bu uluslararası alışverişleri hatırlatmaktadır. Elbette bu esnada müslümanlarla alışveriş yapan karşı tarafın, kazandığı paraları günah olan işlerde de kullanmış olması mümkündür. Fakat bundan yola çıkıp da bütün bu alışverişler, karşı tarafın günahına destek olmak biçiminde yorumlanmamış ve haram sayılmamıştır. Zaman zaman ticaret yasakları söz konusu olmuşsa da bunlar devletler arası savaş durumuna mahsus sınırlı uygulamalardır. Bunlar dışında farklı milletlerden insanlarla alışveriş öteden beri devam etmiştir.
Hatta tarihte kimi zaman kimi bölgelerdeki savaşlar, yağmalar, gasplar ve hırsızlıklar çoğalıp uluslararası pazarlardaki malların helalden mi yoksa haramdan mı olduğu konusunda birçok şüphe ortaya çıktığında ulema, böyle devirlerde "sırf haram" olandan kaçınmanın yeterli olduğunu, yani pazarda satılan herhangi bir malın haramdan kazanıldığı kesin olarak bilinmedikçe alınıp satılabileceğini söylemişlerdir. Böyle durumlarda alışveriş yapmayı, haram işleyenlere destek olmak şeklinde yorumlamamışlardır. Genel uygulama böyledir. Kaldı ki son söylediğimiz bu husus, doğrudan akdin konusu olan maldaki bir şüpheyle ilgilidir. Meşru bir malı alan veya satan tarafın başka konulardaki günahlarına gelince, bunların söz konusu akdin temelini sakatlayacağı da söylenmemiştir. Bu noktada dikkat çekilen husus, haramdan kazanmayı alışkanlık haline getirmiş kişiyle muamele yapıldığında bir gün harama düşme endişesidir. Bu endişe sebebiyle kerahete hükmedilmiş fakat yapılan akit geçersiz ve haram sayılmamıştır. Böylece ihtiyaç halinde böyle bir muamelenin yapılabilmesine kapı aralanmıştır.
Malının çoğu haram olan kişiyle iş yapmamak, örneğin kendi tercihine bağlı olarak faizli bankayla çalışmamak bir müslüman için ideal bir davranış olabilir. Bu böyle olmakla birlikte, yeterli bir alternatif bulunmaması gibi sebeplerle, meşru bir iş için faizli bankayla çalışmak durumunda kalınmışsa bu durumda mekruh hükmünün de söz konusu olmayacağı kanaatindeyiz. Zaten başta belirttiğimiz gibi bankaların bütün işi faiz değildir, bunun dışında da bir çok iş ve işlem yapmaktadırlar.
Başta maaşlı çalışanlar olmak üzere bir bankayla çalışmak zamanımızda neredeyse herkes için bir ihtiyaçtır. Memurların ve emeklilerin, maaşlarını banka dışında bir yerden almaları mümkün değildir. Bu tür durumlarda "ihtiyaç" hükme tesir eder. “Meşakkat teysîri celbeder.”, “Hâcet umumi olsun hususi olsun zaruret menzilesine tenzil olunur.” ve “Zaruretler memnu olan şeyleri mubah kılar.” şeklindeki fıkıh kaideleri bize bir fikir verebilir.
Katılım Bankaları Gerçek Bir Alternatif Olabildiler mi?
Bu noktada, zamanımızda artık katılım bankalarının var olduğu ve diğer bankalara ihtiyaç bulunmadığı şeklinde bir itiraz yapılabilir. Ancak en başta, katılım bankalarının gerçekten faizsiz olup olmadıkları ve bu konudaki inandırıcılıkları tartışmalıdır. Ayrıca, örneğin, ülkenin her tarafında onbinlerce çalışanı bulunan kurumların maaş işlerinin sadece katılım bankaları aracılığıyla yapılması durumunda ciddi sorunlar ve hizmet eksikliklerinin ortaya çıktığı görülmüş ve bu husus yaşanan tecrübelerle acı bir şekilde test edilmiştir.
Ne yazık ki, günümüzde katılım bankaları gerek hizmet çeşitliliği ve kalitesi bakımından gerekse iş ve işlemlerin helalliğini gönül huzuru verecek biçimde sağlayıp başka bankalara muhtaç etmeme bakımından henüz tam bir alternatif haline gelememişlerdir. Bu gibi nedenlerle insanlar hâlâ diğer bankalarla çalışmak durumunda kalabilmektedirler. Hatta konvansiyonel bankalardan biri bile -ne kadar gelişmiş olursa olsun- kimi işler için yeterli olmamakta, zamanımızda birden çok bankayla çalışma ihtiyacı ortaya çıkabilmektedir.
Katılım bankalarının kendileri bile bazı işlerde yurt içindeki ve dışındaki konvansiyonel (faizli) bankalarla ve faizli işlem yapan diğer kuruluşlarla iş birliği yapmaktadırlar. Mesela, ortak kredi kartı ve ATM anlaşmaları böyledir. Birbirleriyle döviz, sukûk ve kira sertifikası vb. alıp vermektedirler. Hatta ülkemizdeki katılım bankalarından birinin ana ortağı, konvansiyonel bir bankadır. Yani konvansiyonel bankalarla katılım bankaları öteden beri birbirleriyle iş yapmakta ve yapmaya devam etmektedir. Hal böyleyken sade bir vatandaşa, faizli bankalardan tamamen uzak durmasını ve sadece katılım bankalarıyla çalışmasını söylemek çelişkili değil midir? Buna, kraldan çok kralcı olmaya kalkmak denmez de, ne denir?
Yine mesela zamanımızda yardım faaliyeti yürüten birçok hayır kuruluşu ve dinî kuruluş, gerek yurt içi gerekse yurt dışı hizmetlerini yürütürken, zekat ve kurban gibi organizasyonlar gerçekleştirirken faizli bankalarla da çalışmakta, bu bankalardaki hesaplarıyla bağış toplamakta ve para transferi yapmaktadırlar. Buna rağmen bu kuruluşlardan bazılarının, yaptıkları bu işleri görmezden gelerek sadece personel maaşı konusunda faizsiz banka hassasiyetini ileri sürmeleri büsbütün bir çelişki değil midir?
Bütün bu gerçekler, günümüzde konvansiyonel bankalardan tamamen uzak durulmayacağını göstermektedir. Başka bir deyişle konvansiyonel bankalara duyulan ihtiyaç tamamıyla ortadan kalkmış değildir.
Dolayısıyla yerine ve şartlara göre, ihtiyaç halinde faizli bankalarla çalışmak, oralarda vadesiz hesap açıp para transferi, fatura ödemeleri ve menkul kıymet saklama gibi faizli işler dışındaki iş ve işlemleri yapmak dinen haram veya mekruh sayılamaz, kanaatindeyiz.
Bir kişi, kendi şehrinde faizsiz bir banka bulunmaması veya bulunsa da yeterli sayıda şube veya ATM'sinin bulunmaması, belli bir hizmetinin eksik olması ya da hizmet kalitesinin yeterli olmaması gibi sebeplerle faizlii bir bankayla çalışabilir. Bütün bunlar ihtiyaç kapsamındadır. Aynı hüküm, kurumları adına maaş sözleşmesi yapma pozisyonunda bulunan yöneticilerin bireysel dindarlıkları açısından da geçerlidir.
Allâhu a'lâ ve a'lem.
01.04.2025
Dr. Bilal ESEN
İslam Hukuku













