Devlet malı, emanettir. Onda her vatandaşın hakkı vardır. Sadece belli kişi ve kesimlerin menfaati için kullanılamaz. Hukuka, tabiî hukuka, dine ve ahlaka uygun olarak kullanılması gerekir.
Şayet müslümanlardan bazıları, umumun menfaatine harcanması gereken devlet malını, hukuk ve ahlak ilkelerine aykırı olarak, kendi kişisel çıkarları, kendi grup ve hizip menfaatleri için harcayacak olurlarsa, bu sadece bir haramzadelik değildir. Aynı zamanda gelecekteki bütün iyilik ve ahlak çağrılarına da büyük bir darbedir. Bizzat kendileri bunlara aykırı davrandığından dolayı diğer insanlar artık dinî ve ahlakî değerlere çağıran hiç bir kimseye güvenmez hale gelirler. Müslümanlık noktasındaki kötü örnekler, gelecek nesillerdeki müslümanların da işlerini zorlaştırır. İşte bu hususun bir sonucu olarak, Peygamberimizin (s.a.s) bildirdiği üzere, bir kötülükte öncülük yapan, bundan sonra o kötülük çığırından ilerleyenlerin günahlarından da pay üstlenir.
Kendisine bu dünyada hesap soracak bir gücün bulunmadığı zannıyla devlet malını ahlaka aykırı şekilde kullanan ve harcayanların, başka dönemlerde, devlet malını çarçur edenleri eleştirme hakları olabilir mi? Hatta onların yaptıkları usulsüzlükleri de tasvip etmiş olmuyorlar mı? Ele verir talkımı...
Bu satırları okurken bazıları içinden şunu geçirebilir: Gazze'de insanlık ölürken, şu uğraştığın meseleye bak!
İçinden bunu geçiren varsa biraz daha derin düşünsün. Gündemin ön sıralarında Gazze'nin bulunması; bugünlerde müslümanların her türlü haramı işlemelerini, tüyü bitmemiş yetimin hakkını, garibanların ve referansı olmayanların haklarını çiğnemelerini helal hâle mi getiriyor? Orada büyük bir zulüm var diye, buradaki müslümanların devlet malını çarçur etmeleri, birbirlerinin haklarını çiğnemeleri, grupçuluk yapıp diğer gruplara karşı ayrımcılık ve ayak oyunları yapmaları helal hâle mi geliyor? Orada zulüm var diye, dünyanın diğer yerlerinde emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker rafa mı kalktı? Helal-haram hükümleri, farzlar ve vacipler tatile mi gitti?
Böyle usulsüzlükler yapıp devlet malına haram yoldan el uzatanların, neticede düşmanlarından bir farkı kalır mı? Bir taraftan “Savaş, ölünce değil düşmana benzeyince kaybedilir.” derken diğer yandan aynı o düşman gibi ahlak ve hukuk ilkelerini çiğnemek olur mu? Müslüman hangi davanın savaşçısıdır?
Eğer dünyanın herhangi bir yerinde büyük bir zulüm ve haksızlık varsa, bu tür zamanlarda hak, hukuk ve adaletin kıymetinin daha iyi anlaşılması gerekmez mi? Vicdanlı insanların, böyle zamanlarda, ahlaki değerlere daha fazla sahip çıkmaları gerekmez mi?
Düşüncesini derinleştiren müslüman tutarlı olur, özü sözü bir olur.
Zamanımızdaki birtakım Müslümanların tutarsızlıkları ve riyakarlıkları öyle boyuta ulaştı ki, kimi insanlar müslümanım diyenlere artık inanmaz oldular. İslam davası büyük zarar görüyor. İşte bu hale düşenlerden olmamak ve uyarma görevini ihmal nedeniyle ahirette mahçup olmamak için A'raf Süresi 164. ayet fehvasınca bir "mazeret'imiz olsun. Uyarıcılar her zaman olmalıdır. Bu dünyada kimsenin kendisini hesaba çekmeyeceğini düşünenlere, öbür dünyayı ve asıl hesap sahibinin kim olduğunu hatırlatanlar hep var olmalıdır.
Hadi diyelim, geçmişte bir şeyler oldu, gelin bari bundan sonra helale-harama, kul ve kamu hakkına dikkat edelim.