Kimse kurban fırsatçılarının kurbanı olmasın.
Kurbanın ucuzu mu, pahalısı mı?
Kimse kurban fırsatçılarının kurbanı olmasın.
EMEKLİLERİN PROMOSYON ALMASININ HÜKMÜ
Daha önce memurların promosyon almasının ve kullanmasının dinî yönü hakkında bir yazı yazmıştık. Konuyu bir de emekliler açısından değerlendirmek uygun olacaktır. Memurlardan farklı olarak emeklilere, devlet ile banka arasındaki maaş /promosyon sözleşmesine sonradan da olsa dahil olma imkanı tanınmış olması nedeniyle böyle ayrı bir yazıya ihtiyaç duyulmuştur.
Önceki yazımızda, promosyon anlaşmasındaki "şüphe" iddiaları başta olmak üzere meseleyle ilgili farklı görüşler bulunduğu ifade edilmiş ve bunlar tahlil edilmişti. Oradaki tahliller temel olmak üzere, emeklilerin promosyon almaları hakkında ilave olarak şunları söyleyebiliriz:
1. Emeklilerin, bankalardan aldıkları promosyonlar genel olarak bankaların birer hediyesi değildir. Promosyonun banka tarafından verilmesini hem devlet mevzuatı zorunlu tutmaktadır hem de bu promosyon, bankalarla SGK (devlet) arasındaki bir hizmet sözleşmesinin/maaş ödeme anlaşmasının gereği olarak verilmektedir. O sözleşmede, emekliye verilecek promosyonun asgari miktarı belirlenmektedir. Yapılan bu anlaşmadan sonra emekli, SGK ile banka arasında imzalanan sözleşmedeki şartları sağladığını ve o sözleşmede şart koşulan süre boyunca, seçtiği bankayla çalışmaya devam edeceğini taahhüt ederek o promosyonu almaktadır.
SGK ile bankalar arasındaki anlaşma gereği verilen bu promosyon, emekliler açısından, bankanın bir hediyesi değil devletin bankayla yaptığı hizmet sözleşmesinde kararlaştırılan bir bedeldir. Bedeli verenle hizmeti verenin aynı taraf olması, sözleşmenin dinen meşruiyetine halel getirecek bir husus değildir. O sözleşme gereği, maaşın alınacağı günün gece yarısından önceki bir kaç gün içinde para bankada tutulmaktadır. Fakat bu süreç emeklinin sorumluluğunda değildir. O süre boyunca para devletindir ve sürecin nasıl yürütüleceğine dair sözleşmeyi bankayla devlet yapmıştır. Zaten hükümet yetkililerinin zaman zaman verdikleri demeçlere bakılacak olursa onlar, emeklilere verilen maaş promosyonlarının, kendilerinin sağladığı bir avantaj olduğunu söylemektedirler. Bankaların promosyon vermesini zorunlu tutan mevzuat da devlet tarafından çıkarılmıştır. Emekli promosyonlarının buraya kadar ki süreci memurlara verilen promosyonun süreciyle benzerdir. Her ne kadar bu süreç boyunca paranın hangi bankada bulunacağına dair emeklinin yaptığı tercih etkili olsa da henüz mülkiyet intikali yoktur. Emeklinin mülkiyetine intikal ancak paranın onun hesabına yatırılmasından sonra gerçekleşmektedir. Bütün bunlara bakarak promosyonun asgari kısmının bankanın emekliye verdiği bir hediye olmadığını dinî bakımdan da hediyenin hükmü gibi değerlendirilmeyeceğini söyleyebiliriz.
2. SGK ile banka arasındaki sözleşme gereği emeklilerin aldığı asgari promosyonun caizliği bakımından, maaşa aracılık eden bankanın katılım bankası veya diğer bankalardan birisi olması arasında fark yoktur. Zira bu konuda katılım bankalarının işlemleriyle diğerlerinin işlemleri aynıdır, esası etkileyecek bir fark yoktur.
3. Emeklinin, banka seçme hakkının bulunmasına binaen faizli bir bankayı tercih edip orada vadesiz/faizsiz hesap açması ve o bankalar vasıtasıyla meşru işler yapması günümüz şartlarında caizdir. (Bu meseleyle ilgili daha detaylı bir yazıya şu linkten ulaşılabilir.)
Bu noktada katılım bankalarının var olduğu ve diğer bankalara ihtiyaç bulunmadığı itirazını yapanlar da olabilir. Ancak katılım bankalarının gerçekten faizsiz olup olmadıkları konusu tartışmalıdır. Ayrıca ülkenin her tarafında, onbinlerce çalışanı bulunan kurumların maaş işlerinin sadece bu bankalar aracılığıyla yapılmasında ciddi sorunlar ve hizmet eksiklikleri bulunduğu hususu, yaşanan tecrübelerle acı bir şekilde test edilmiştir. Ne yazık ki, günümüzde katılım bankaları gerek hizmet çeşitliliği ve kalitesi bakımından gerekse iş ve işlemlerin helalliğini gönül huzuru verecek biçimde sağlayıp başka bankalara muhtaç etmeme bakımından henüz tam bir alternatif haline gelememişlerdir. Başka bir deyişle konvansiyonel bankalara duyulan ihtiyaç tamamıyla ortadan kalkmış değildir. Dolayısıyla yerine ve şartlara göre, faizli bankalarla çalışmak, oralarda vadesiz hesap açıp faizli işler dışındaki iş ve işlemleri yapmak haram sayılamaz.
4. Emekliye, SGK ile banka arasındaki sözleşmede belirtilen asgari promosyondan başka, banka ile kendisi arasında sonradan yapılan sözleşmeye/taahhüde binaen ilave bir promosyon veriliyorsa bu kısmın, bankanın emekliye bir hediyesi mi yoksa hizmet sözleşmesinin bir bedeli mi olduğu hususu tartışmaya açıktır. Kanaatimizce, buna tam olarak hediye demek zordur. Çünkü banka bunu sebepsiz yere değil emekli ile yaptığı sözleşmenin neticesinde vermektedir ki, bu durumda bunun da maaş anlaşmasının bir bedeli olduğu, başka bir deyişle, promosyonla ilgili yukarıdaki anlattığımız hususların burada da geçerli olduğu söylenebilir. Söz konusu ilavenin, bir hediye olarak görülmesi halinde hediye hükümleri geçerli olacak ve veren bankanın kazancının çoğunun helal olup olmadığına bakılması gerekecektir. Fıkıh kitaplarında genel olarak, malının çoğu haram olan birinin hediyesini kabul etmenin caiz olmadığı belirtilmektedir. Tabi ki bu hüküm, mali imkanı yerinde olanlar hakkında geçerli olup geçim sıkıntısı çekenler, kendilerine verilen hediye ve bağışları sorgulamadan kullanabilirler. Zaten gelire haram karışma gibi nedenlerle bir kimsenin tasadduk etmesi gerektiğinde, tasadduk edilecek bu miktarı sahibinin kullanması mahzurlu olmakla birlikte bu tasadduku kabul edecek taraf olan fakir için, aynı mahzurun sözkonusu olmaması genel bir hükümdür.
Sonuç olarak,
Emeklilerin, SGK ile bankalar arasındaki sözleşmede belirlenen promosyonu almaları caizdir. Maaş alınan bankanın katılım bankası veya diğer bankalardan biri olması arasında fark yoktur. Promosyonun bu asgari miktarından başka, emeklinin bankayla sonradan yaptığı sözleşmeye/taahhüde binaen verilen ilave promosyon da kanaatimizce aynı hükümdedir. Ancak bu kısmın hizmet bedeli mi yoksa hediye mi olduğu hususunda şüphesi bulunanların, hali vakti yerinde olmaları halinde, faizli bankalar tarafından verilen bu kısmı kullanmayıp yoksullara vermeleri daha uygun olur. Temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorluk çekenlerin ise bunu kullanmalarında bir beis olmaz. Zaten emeklilerin çoğu bu durumdadır. Her hâlükârda emekliler, promosyonu bankada bırakmazlar ve alıp kendi tercihleri doğrultusunda hareket ederler. Zamanımızda hiçbir emekli, bankada para bırakacak ve bankaya hediye verecek kadar zengin değildir.
Allahu a’lâ ve a’lem.
13.04.2025
Dr. Bilal ESEN
İslam Hukuku
İLGİLİ YAZILAR
- FAİZLİ BANKALARDA HESAP AÇMANIN DİNÎ YÖNÜ
- PROMOSYONUN HELALLİĞİ ÜZERİNE
BAYRAMDAN DAHA YENİ ÇIKTIK, KAZANIRSAN DOST KAZAN...
Uzaklarda yardım bekleyen insanlar var. Gazze var... Doğu Türkistan var... Doğrudur.
Ancak bir başka doğru da ülkemizde ve çok yakınımızda olanları ihmal ettiğimiz ve yanımızdan uzaklaştırdığımızdır. En azından bir kısmımızın bu konuda kusuru var. Her geçen gün boş yere yeni küskünler meydana getiriyoruz. Bu mesele, hem dinî hem de millî birlik ve beraberliğimiz açısından çok hassas.
Mesele sırf maddi yardım yaparak ve para dağıtarak adam kazanacağını zannetmekten daha derin.
Gerek dinî gerekse insanî duygular yönünden toplumumuzdaki insanlarla bütünleşebilmek, dertlerini anlayabilmek, duygularına ortak olabilmek, her bir ferde kendini değerli hissettirmek, itilmişlik ve ihmal edilmişlik algısına sebebiyet vermemek ve aynı zeminde buluşabileceğimiz ortak noktalarımızı arttırmak, kırgınlıkları ortadan kaldırmak, yeni kırgınlıklar meydana getirmemek ve aramızda olanları ötekileştirip kaybetmemek lazım. Kısacası etrafımızdaki halkayı günbegün genişletmek gerekiyor, daraltmak değil.
Ülkemizde milli ve manevi değerler etrafında oluşan mevcut seviyenin uzun bir geçmişi ve çok da kolay olmayan bir süreci var. Var olan kazanımları hoyratça heba etmemek gerekir. Kötü örnek olup da temsil ettiği değerlere zarar vermemek gerekir.
Kaba ve bağırtkan dil, etrafındakilerin dağılmasına, sürekli birilerini suçlamak safların zayıflamasına yol açıyor. Alenen kendi değerlerine aykırı işler yapmak, gelecek nesilleri bizden uzaklaştırıyor. Bir kişinin bile uğradığı bariz bir haksızlığın ya da kayırmacılığın haberi, yüzlerce kişiyi küstürüyor. Derdi olanın derdini görmezsek maval okumanın bir faydası olmaz.
Gelin biraz da, düzeltmeye kendimizden başlayalım. Güzel ülkemize yazık etmeyelim. Dost kazanalım, düşman değil.
BİZE AKLI BAŞINDA HAREKET EDECEK MÜSLÜMAN LAZIM, KENDİ KALESİNE GOL ATAN DEĞİL
FAİZLİ BANKALARDA HESAP AÇMANIN DİNÎ YÖNÜ
Bankaların en çok yaptığı işler, paraya ihtiyaç duyana faizli finansman, parasını bankaya yatırana da vadeli mevduat gibi yollarla faiz getirisi sağlamaktır. Bununla birlikte zamanımızda bankalarda faizli işlemler dışında da bir çok iş yapılmaktadır. Vadesiz hesap açarak yapılan ülke içi veya uluslararası para transferleri; vergi, fatura, bağış ödemeleri; kart, sigorta, hisse senedi, döviz ve kıymetli maden işlemleri; SGK, HGS, tapu güvenilir hesap işlemleri, çek, senet, maaş ve ATM işlemleri bunlardan bazılarıdır. Bu gibi işleri faiz alıp vermeden gerçekleştirmek mümkündür.
Fıkıhta, özellikle de Hanefi fıkhında malının çoğu haram olan kişiyle meşru bir mal ya da hizmet üzerine muamele yapmak, geçerli olmakla birlikte, mekruh sayılmaktadır. Buradaki mekruhluk ise kişinin, haramla iş yapmayı itiyat haline getiren biriyle muamele yapması halinde kendisinin de bir gün harama düşme riskinin bulunması sebebiyledir. Bu husus Hanefi fıkıh kitaplarında ( مثل معاملة من أكثر ماله حرام لاتحرم مبايعته حيث لم يتحقق حرمة ماأخذه منه ولكن يكره خوفا من الوقوع في الحرام كذا في فتح القدير) biçiminde ifade edilmektedir (Bk. Hamevî, Ğamzü uyûni’l-basâir, 1/385; Tahtâvî, Hâşiye alâ Merâk’ıl-felâh, 35). Muamelenin bu gerekçeyle mekruh sayılması söz konusu muameleyi ve bu muamele karşılığında alınan bedeli haram kılmaz. Yukarıdaki alıntıda bu da belirtilmektedir. Çünkü muamele, asıl itibarıyla meşru olan bir iş ve bedeliyle ilgilidir. Mekruhluk ise onu çevreleyen bir riskten/şüpheden dolayıdır. Bu tür meselelerde “harama destek olma” şeklinde bir gerekçenin hükme medar kılındığına fıkıhta (Hanefi fıkhında) rastlayamadık. Bir başka deyişle, malının çoğu haram olan kişiyle meşru bir alışveriş yapmanın mekruh sayılması, harama destek olma gerekçesinden dolayı değildir. Oradaki gerekçe, yukarıda belirttiğimiz gibi, böyle bir muamelenin haram işlemeye götürme riskidir.
Esas itibarıyla meşru olan bir muamele, taraflardan birinin başka konulardaki günahlarına destek olmak şeklinde yorumlanarak haram sayılamaz. Nitekim Peygamberimizin (s.a.s) yahudiler ve müşrikler gibi kesimlerle bir çok meşru alışveriş yaptığı bilinmektedir. Tarih boyunca müslümanlar Adriyatik'ten Çin seddine, farklı ülkeler, farklı dinler ve farklı meşreplerden insanlarla alışverişler yapmışlardır. İpek yolu ve baharat yolu gibi kavramlar bu uluslararası alışverişleri hatırlatmaktadır. Elbette bu esnada müslümanlarla alışveriş yapan karşı tarafın, kazandığı paraları günah olan işlerde de kullanmış olması mümkündür. Fakat bundan yola çıkıp da bütün bu alışverişler, karşı tarafın günahına destek olmak biçiminde yorumlanmamış ve haram sayılmamıştır. Zaman zaman ticaret yasakları söz konusu olmuşsa da bunlar devletler arası savaş durumuna mahsus sınırlı uygulamalardır. Bunlar dışında farklı milletlerden insanlarla alışveriş öteden beri devam etmiştir.
Hatta tarihte kimi zaman kimi bölgelerdeki savaşlar, yağmalar, gasplar ve hırsızlıklar çoğalıp uluslararası pazarlardaki malların helalden mi yoksa haramdan mı olduğu konusunda birçok şüphe ortaya çıktığında ulema, böyle devirlerde "sırf haram" olandan kaçınmanın yeterli olduğunu, yani pazarda satılan herhangi bir malın haramdan kazanıldığı kesin olarak bilinmedikçe alınıp satılabileceğini söylemişlerdir. Böyle durumlarda alışveriş yapmayı, haram işleyenlere destek olmak şeklinde yorumlamamışlardır. Genel uygulama böyledir. Kaldı ki son söylediğimiz bu husus, doğrudan akdin konusu olan maldaki bir şüpheyle ilgilidir. Meşru bir malı alan veya satan tarafın başka konulardaki günahlarına gelince, bunların söz konusu akdin temelini sakatlayacağı da söylenmemiştir. Bu noktada dikkat çekilen husus, haramdan kazanmayı alışkanlık haline getirmiş kişiyle muamele yapıldığında bir gün harama düşme endişesidir. Bu endişe sebebiyle kerahete hükmedilmiş fakat yapılan akit geçersiz ve haram sayılmamıştır. Böylece ihtiyaç halinde böyle bir muamelenin yapılabilmesine kapı aralanmıştır.
Malının çoğu haram olan kişiyle iş yapmamak, örneğin kendi tercihine bağlı olarak faizli bankayla çalışmamak bir müslüman için ideal bir davranış olabilir. Bu böyle olmakla birlikte, yeterli bir alternatif bulunmaması gibi sebeplerle, meşru bir iş için faizli bankayla çalışmak durumunda kalınmışsa bu durumda mekruh hükmünün de söz konusu olmayacağı kanaatindeyiz. Zaten başta belirttiğimiz gibi bankaların bütün işi faiz değildir, bunun dışında da bir çok iş ve işlem yapmaktadırlar.
Başta maaşlı çalışanlar olmak üzere bir bankayla çalışmak zamanımızda neredeyse herkes için bir ihtiyaçtır. Memurların ve emeklilerin, maaşlarını banka dışında bir yerden almaları mümkün değildir. Bu tür durumlarda "ihtiyaç" hükme tesir eder. “Meşakkat teysîri celbeder.”, “Hâcet umumi olsun hususi olsun zaruret menzilesine tenzil olunur.” ve “Zaruretler memnu olan şeyleri mubah kılar.” şeklindeki fıkıh kaideleri bize bir fikir verebilir.
Katılım Bankaları Gerçek Bir Alternatif Olabildiler mi?
Bu noktada, zamanımızda artık katılım bankalarının var olduğu ve diğer bankalara ihtiyaç bulunmadığı şeklinde bir itiraz yapılabilir. Ancak en başta, katılım bankalarının gerçekten faizsiz olup olmadıkları ve bu konudaki inandırıcılıkları tartışmalıdır. Ayrıca, örneğin, ülkenin her tarafında onbinlerce çalışanı bulunan kurumların maaş işlerinin sadece katılım bankaları aracılığıyla yapılması durumunda ciddi sorunlar ve hizmet eksikliklerinin ortaya çıktığı görülmüş ve bu husus yaşanan tecrübelerle acı bir şekilde test edilmiştir.
Ne yazık ki, günümüzde katılım bankaları gerek hizmet çeşitliliği ve kalitesi bakımından gerekse iş ve işlemlerin helalliğini gönül huzuru verecek biçimde sağlayıp başka bankalara muhtaç etmeme bakımından henüz tam bir alternatif haline gelememişlerdir. Bu gibi nedenlerle insanlar hâlâ diğer bankalarla çalışmak durumunda kalabilmektedirler. Hatta konvansiyonel bankalardan biri bile -ne kadar gelişmiş olursa olsun- kimi işler için yeterli olmamakta, zamanımızda birden çok bankayla çalışma ihtiyacı ortaya çıkabilmektedir.
Katılım bankalarının kendileri bile bazı işlerde yurt içindeki ve dışındaki konvansiyonel (faizli) bankalarla ve faizli işlem yapan diğer kuruluşlarla iş birliği yapmaktadırlar. Mesela, ortak kredi kartı ve ATM anlaşmaları böyledir. Birbirleriyle döviz, sukûk ve kira sertifikası vb. alıp vermektedirler. Hatta ülkemizdeki katılım bankalarından birinin ana ortağı, konvansiyonel bir bankadır. Yani konvansiyonel bankalarla katılım bankaları öteden beri birbirleriyle iş yapmakta ve yapmaya devam etmektedir. Hal böyleyken sade bir vatandaşa, faizli bankalardan tamamen uzak durmasını ve sadece katılım bankalarıyla çalışmasını söylemek çelişkili değil midir? Buna, kraldan çok kralcı olmaya kalkmak denmez de, ne denir?
Yine mesela zamanımızda yardım faaliyeti yürüten birçok hayır kuruluşu ve dinî kuruluş, gerek yurt içi gerekse yurt dışı hizmetlerini yürütürken, zekat ve kurban gibi organizasyonlar gerçekleştirirken faizli bankalarla da çalışmakta, bu bankalardaki hesaplarıyla bağış toplamakta ve para transferi yapmaktadırlar. Buna rağmen bu kuruluşlardan bazılarının, yaptıkları bu işleri görmezden gelerek sadece personel maaşı konusunda faizsiz banka hassasiyetini ileri sürmeleri büsbütün bir çelişki değil midir?
Bütün bu gerçekler, günümüzde konvansiyonel bankalardan tamamen uzak durulmayacağını göstermektedir. Başka bir deyişle konvansiyonel bankalara duyulan ihtiyaç tamamıyla ortadan kalkmış değildir.
Dolayısıyla yerine ve şartlara göre, ihtiyaç halinde faizli bankalarla çalışmak, oralarda vadesiz hesap açıp para transferi, fatura ödemeleri ve menkul kıymet saklama gibi faizli işler dışındaki iş ve işlemleri yapmak dinen haram veya mekruh sayılamaz, kanaatindeyiz.
Bir kişi, kendi şehrinde faizsiz bir banka bulunmaması veya bulunsa da yeterli sayıda şube veya ATM'sinin bulunmaması, belli bir hizmetinin eksik olması ya da hizmet kalitesinin yeterli olmaması gibi sebeplerle faizlii bir bankayla çalışabilir. Bütün bunlar ihtiyaç kapsamındadır. Aynı hüküm, kurumları adına maaş sözleşmesi yapma pozisyonunda bulunan yöneticilerin bireysel dindarlıkları açısından da geçerlidir.
Allâhu a'lâ ve a'lem.
01.04.2025
Dr. Bilal ESEN
İslam Hukuku
EVLİYA OLANA, BAYRAMDA NE YAPMAK YAKIŞIR?
Bayramlarda bazı evlerde, kim bayramlaşmaya geldi kim gelmedi muhabbeti yapılır. Hatta bazen kısık sesle ufak kırgınlıklar dile getirilir.
Aslında mesele, hangi taraf diğerine gitmeliydi, kim haklı kim haksız, meselesi değil. Çünkü hepimiz biliriz ki, haklı olmak, her zaman huzurlu olmaya yetmez. Şu kısa dünyayı güzelleştirmek ve huzurlu bir yaşam sürebilmek için kendini haklı göstermekten başka bazı çözümler üretmek gerekir. İşte bu noktada belki şu Nasrettin Hoca fıkrası bize bir mesaj verebilir:
Hocanın evliya olduğuna dair toplumda bir şâyia dolaşmaktadır. Günlerden birgün, onun evliya olduğunu duyanlar toplanıp gelirler ve şöyle bir soru sorarlar:
- Hocam evliya mısınız?
- Evet...
- Peki evliya olduğunu bize göster.
- İnanmıyorsanız şu karşıdaki koca ağacı çağırayım da gelsin buraya. O zaman evliya olduğumu anlarsınız.
- Tamam, hadi çağır da gelsin.
Herkes, ne olacak diye merakla hocayı izlemeye başlar. Hoca, "Ey ağaç gel buraya!" diyerek çağırır fakat ağaç kıpırdamaz. Üç defa tekrar etmesine rağmen bir değişiklik olmaz.
Kalabalıktakiler: "Bak hocam, ağacı çağırdın ama sana gelmedi" derler. Hoca hiç istifini bozmadan:
'O bana gelmezse ben ona giderim, evliyada kibir olmaz' der ve ağaca doğru yürümeye başlar.
Gelmeyene giden evliyaya selam olsun.
Herkese iyi bayramlar.




