Hutbeler özelinde bugünkü din dilinin yorgunluğundan şikayet eden bir yazıda şu ifadeler var:
"Osmanlı’da hutbeler dönemin ortak dili olan Arapça ile okunurken, 1800’lerden itibaren dil tartışması başlamış, örneğin Ali Süavi, Muallim Naci, Sırat-ı Müstakim Dergisi, hutbelerin Türkçe okunması üzerine makaleler yazmışlar. Türkiye’de Cumhuriyet’le birlikte hutbeler üzerinde epeyce işlem gerçekleştirilmiş: Kimi zaman tamamı, kimi zaman bir kısmı Türkçeleştirilmiş. Daha ilk yıllardan itibaren “hutbe kitapları” hazırlanmış, hocalara dağıtılmış, kitaplardaki konuların dışına çıkılmaması emri verilmiş. Hutbelerin “suya-sabuna dokunmayan”, itaat ve sadakati telkin eden, milli meselelerde duyarlılık çağrısı yapan, dönüştürücü, boyun eğdirici, eleştiriden uzak bir mahiyette yazılmasına dikkat edilmiş. Hutbelerin cemaati “uyutabilmesi” için her yola başvurulmuş." (Bk. www.yenisafak.com)
Şöyle bir bakınca, bir taraftan Osmanlı dönemindeki Arapça hutbelere duyulan özlemi dışa vururken diğer taraftan bugünkü hutbelerin uyuttuğundan sızlanmak çok garip durmuyor mu?
Bir de Arapçayı, Osmanlı döneminin ortak dili olarak tanıtmak nasıl bir anlatım! O dönemde devletin resmi dili bile Arapça değil. Yazışmalar Türkçe yapılıyor. Sadece alfabe Arap harflerinden.
Halka gelince Anadoludaki Türk halkının büyük çoğunluğu, Osmanlı zamanında da Arapça bilmiyordu, şimdi de bilmiyor. Osmanlı zamanında Anadoludaki camilerde okunan Arapça hutbelerin, genellikle adetâ bir ilahi gibi makamlı şekilde, deyim yerindeyse, bir ninni formatında okunduğunu, halkın bu hutbelerden hiçbir nasihat öğrenemediğini bilmemek ya da bilip de görmezden gelmek olur mu?
İnsanlar, anadillerindeki bir metni dinlerken mi daha çok uyur, yoksa bilmedikleri ve cümlelerini hiç anlamadıkları bir dildeki metni müzik formatında dinlerken mi?
Eğer hutbenin maksatlarından biri, dinî nasihatler vermekse, bu elbette anadilde olur. Esasında hutbenin, bir ibadet boyutu da var ki, bundan dolayı bir bölümünde Arapça ayet, hadis ve dualar okunuyor.
Kısacası, hutbelerin daha etkili olmasını arzu etmek mümkün. Fakat bunu yaparken, halkın anlamadığı bir dilde okunan geçmişteki hutbeleri adeta özlemle anmak büyük bir çelişki.
Hutbelerin daha etkili olması yönünde bir proje hedefleniyorsa önce buradaki nasihatlerin anadilde yapılabilmesinin yolunu açanlara bir minnet ifade ederek işe başlansaydı belki daha tutarlı olurdu.
Asıl sorunumuz ise hutbenin dilinden çok daha başka yerlerde. İnandıklarıyla yaşadıkları birbirini tutmayanlar ve sözde başka icraatta başka olanlar için hutbe dilinden daha büyük sorunlar var.
"Âyînesi iştir kişinin lâfa bakılmaz
Şahsın görünür rütbe-yi aklı eserinde"
