Herkes kötü, bir biz iyiyiz mi?

Şu sosyal medyada fikir beyan edenlere bakınca, daha çok eleştiri türünden paylaşımlar yapıldığı dikkatimizi çekiyor. Herkes başkasını eleştiriyor.
Madem bu kadar eleştiri var ve eleştirenlerin sayısı daha çok, öyleyse neden yanlışlar ve yanlış yapanlar bir türlü bitmiyor veya azalmıyor? Kötülüğü ve yanlışı savunan kimseye pek rastlamıyoruz ama herkes yanlışlardan ve yanlışların çokluğundan şikayet ediyor.

Belki de işin aslı şu. İnsanları iyiler ve kötüler diye, başka bir deyişle, işini iyi yapanlar ve yanlış yapanlar diye ikiye ayırmak, sadece teorik bir sınıflandırma. Vakıada ise bu iki sınıftakiler sürekli yer değiştiriyor. Dün iyiler arasında olan biri, bugün yanlış yapanlar arasında olabiliyor. Dün başkasını eleştiren, bugün kendisi eleştirilecek duruma düşebiliyor.

Başkalarını bırakalım, bir de kendimizi düşünelim. Biz hep iyi miyiz ve hiç yanlış yapmıyor muyuz? Kim, kusursuz olduğunu iddia edebilir? Her şeyi bilen Allah (cc), bizim de ne olduğumuzu biliyor.
Elbette bazı insanların iyilikleri ağır basabilir ve bazılarının da kötülük yönü ağır basabilir. Fakat kimse kusursuz değil ve gelecekte hata işlemeyecek de değil. İnsan, ölünceye kadar bir "beşer" olarak yaşayacak, hata yapa yapa doğruyu öğrenecek, inişlerle çıkışlarla bir yol yürüyecek. Bu dünya, bir imtihan dünyası. Sonunda insanın tüm yaptıkları "terazide" tartılacak. İyilikleri ağır gelen kurtulacak.

Bugün eleştirdiği hataya yarın kendisinin düşmeyeceğini kimse garanti edemeyeceğine göre, eleştirirken iyi düşünelim, belki de bugün başkaları üzerinden eleştirdiğimiz mevzu bizim yarınki fiilimiz ya da dünkü yaptıklarımız. Görünüşte, başkalarını eleştiriyor gibi gözükebiliriz. Sürekli bir şeyleri eleştiriyoruz, birilerine kızıyoruz ama belki de biz başkalarını değil esasında kendimizi eleştiriyoruz. Bir zamanımız diğer zamanımızı, bir yanımız öteki yanımızı eleştiriyor.
Öyleyse başkalarını tenkit ederken bütün bunları hesaba katmak ve yıkıcı değil yapıcı eleştirileri tercih etmek gerekmez mi?

Acımasız eleştiriden uzak durmak lazım. Tartışmaları şahsileştirmemek lazım. Yanlışı eleştireyim derken, meseleyi karşı tarafla kişisel bir husumete dönüştürmemek lazım. Kötülerin düşmanı olmaktan ziyade kötülüğün düşmanı olduğumuzu bilirsek, bugün eleştirdiğimiz birinin yarın iyi bir dostumuz olabileceğini uzak bir ihtimal olarak görmeyiz. Buna binaen, bugün adımlarımızı daha dikkatli atabiliriz, eleştirilerimizde ölçülü olabiliriz.

Allahü a'lâ ve a'lem.

ZEKAT VERMEK, BİRAZ HESAP-KİTAP MESELESİ, "KİTABINA UYDURMAK" LAZIM.

Ülkemiz insanı, zekatını tam olarak veriyor mu, sorusunun cevabı biraz karışık.

Aynı soruyu, bu millet yardımsever mi, şeklinde sorunca hepimiz "evet" diyoruz.

Peki nasıl oluyor da, bu millet hem yardımsever oluyor hem de zekat konusundaki durumu biraz karışık oluyor?

Bu konuda çok şey söylenebilir ama önemli nedenlerden biri, zekatı "kitabına uydurma" noktasındaki sıkıntılar.

İnsanlarımız yardımlarını yapıyorlar. Çeşitli kurumlara, derneklere, çevresindeki muhtaçlara... ve hatta dilencilere çokça yardım yapıyorlar. Böyle yapınca da Allah'ın zekat gibi emirlerini yerine getirdiklerine dair içlerinde bir gönül hoşnutluğu oluşuyor. Artık gerisini hesap etmiyorlar. Yani böyle yapınca gerçekten "zekat" ödemiş oldular mı, diye tam bir hesap-kitap yapmıyorlar.

Halbuki zekat konusu, diğer yardımlardan ve hayırlardan "biraz" farklı. Daha özel bazı şartları var.

Yeterli malı olan her Müslümanın üzerinde zorunlu bir dinî vazife olduğuna göre, zekatın, eksiksiz yerine getirilip getirilmediğini iyi hesaplamak lazım. Her müslümanın, hangi mallardan, ne oranda zekat vermesi gerektiğini, bu zekatı kimlere vermesi gerektiğini ve verirken ne gibi hususlara dikkat etmesi gerektiğini biraz daha iyi inceleyip, yardımlarını buna uygun yapması gerekiyor.

Böyle yapınca belki yine o eskiden beri yardım yaptıkları yerlere yardım yapacaklar fakat bu sefer bu yardımlar zekat yerine geçmiş olacak. Yani işin hesabı-kitabı öğrenilmiş ve "kitabına uydurulmuş" olacak. Tabii ki bu esnada bugüne kadar yaptıklarımızda bazı eksikliklerimizin olduğunu da görmüş olacağız. Hesap-kitap önümüzde olacağına göre, o eksikliklerimizi de tamamlayarak zekatımızı tam olarak vermiş olacağız.

Velhasıl zekat konusu biraz daha hassasiyet istiyor. Hem malı olan hayır sahiplerinin, hem de onlara dinî bakımdan rehberlik edecek hocaların gayreti gerekiyor. 

Şu hususa da dikkat çekelim. Zekat konusunda rehberlik edecek hocaların, zekatın hangi adrese ve hangi derneğe (!) verileceği gibi konulardan uzak durmaları iyi olacaktır. Maalesef sırf kendilerine ve kendi derneklerine zekat toplamak için yola çıkanlar itici oluyorlar. Böyleleri bu topluma zekat bilinci aşılayamazlar.

Din bilgisi olan kişiler, öncelikle ibadet ve hayır yapma konularında bir bilinç oluşturmaya çalışmalı. Ayrıca zekatın hangi malda nasıl hesaplanacağına dair, önce kendileri çok iyi bilgi sahibi olup isteyen kişilere de hızlıca rehberlik edecek kabiliyette olmalılar.

Zamanımızda zekat hakkında konuşan bir çok sözde hocanın, güncel zekat fıkhından ve zekat hesaplamalarından habersiz olması, bu konuda halktan gelen soruların çoğunu cevapsız bırakması, geçiştirmesi veya çelişkili cevapları vermesi söz konusu oluyor. Bu durum fark edildiğinde kendilerinden şüphe duyuluyor. Demek ki, asıl amacı para toplamakmış, amacı sırf din olsaydı, zekat fıkhını daha iyi öğrenirdi ve zekatımızı anlaşılır bir şekilde, kolayca hesaplayabilirdi, şeklinde bir algı oluşuyor. Buna fırsat vermemek lazım.

Bir de, zekatı anlatanlarla toplayanlar, birbirinden farklı kişiler olmalı.

Allah (c.c) zekatını veren müslümanlardan razı olsun, hayırlarını kabul eylesin. Niyetlerince mükafat versin.




KONUŞA KONUŞA HATASIZ KONUŞMAYI ÖĞRENECEĞİZ

Çok konuşanların çok hata yaptığı doğrudur. Fakat başka bir doğru da, konuşmaya alışık olmayanların, arada bir konuştuklarında çok büyük gaflar yapıyor olmaları. İnsan, konuşa konuşa hatasız konuşmayı öğreniyor. Bu nedenle, özellikle mesleği anlatmak olanların, nerdeyse hiç konuşmamak ve yazmamak gibi bir tutum içinde olmaları doğru değil. Konuşmayı öğrenememek ileride daha büyük sıkıntılar meydana getirebilir. Önemli olan; hatada ısrar etmemek ve hatalardan ders alarak ilerlemek. Özellikle, hatanın fark edildiği ilk anda, hemen o hatalı sözden dönmek lazım. İleriye ertelendiğinde iş işten geçmiş ve kayıtlar çoktan kapanmış olabilir. Ayrıca, hangi ortamda ne konuştuğuna dikkat etmek, uzmanı olmadığı konulara pek girmemek, konuştuğu kavramlara hakim olmak, sürekli okuyarak ve dinleyerek kendini geliştirmek ve belki de en önemlisi, samimi ve dürüst olmak gibi konuşmanın zamanlar üstü prensiplerini de unutmamak gerekiyor.

PUSUDAN GELEN SESLER

Müslümanlara karşı dillerinden dökülen nefret hayra alamet değil. Unutulup geçilecek gibi de değil. 

Bakınız şu ayetler 14 asır önce indi. Ama sanki bugün inmiş gibi.

"Ey iman edenler! Sizden olmayanları sırdaş edinmeyin, onlar size kötülük yapmaktan geri durmazlar, sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların ağızlarından nefret taşmaktadır; kalplerinin gizlediği ise daha büyüktür. Gerçekten size delilleri açıklamışızdır, eğer düşünüyorsanız!

Size gelince, bakın siz onları seviyorsunuz, ama onlar sizi sevmiyorlar. Siz kitabın tamamına inanıyorsunuz; onlar sizinle karşılaştıkları zaman “inandık” diyorlar; yalnız kaldıklarında ise size karşı öfkelerinden parmaklarını ısırıyorlar. De ki: “Öfkenizden çatlayın!” Şüphesiz Allah kalplerde olanı bilmektedir.

Size bir iyilik gelirse bu onları üzer, ama başınıza bir kötülük gelse buna sevinirler. Eğer sabreder ve sakınırsanız, onların tuzağı size hiçbir zarar vermez. Allah onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır."

(Âl-i İmrân Sûresi118 -120. Ayetler)