VAKIFLAR ve DERNEKLER İÇİN ARTIK BAZI ŞEYLER ESKİSİ GİBİ OLMAYACAK

Dernekleri, vakıfları ve diğer STK'ları ilgilendiren kanunlarda yapılan son değişiklikler, bu alanlarda çalışan herkesi yeni bir başlangıç yapmaya itiyor.

Özellikle, hayri hizmetler için para toplayanlar, Afrika ülkeleri başta olmak üzere, yurt dışına yardım götürenler, Türkiye'den para toplayıp oralarda kurban organizasyonu, su kuyusu ve benzeri faaliyetler yapanlar ya da Avrupa ülkeleri gibi yerlerden yardım parası toplayıp ülkemize getirenler artık çok daha dikkatli olmak zorundalar.

Meselenin ucunda bir de uluslararası terörizme finans sağlama ithamıyla karşı karşıya kalmak var. Bu yaftadan kurtulmak için de çok dikkatli davranmak, yurt dışındaki partnerleri ve network bağlantılarını seçerken iki kere daha düşünmek gerekecek. 

Sayfalar boyunca yeni hükümler getiren bu kanunları ve bunlara bağlı olarak hazırlanacak yönetmelikleri, iyice çalışmak gerekecek. Şimdiden çok ciddi çalışmalara başlanmalı. Aksi halde bir usulsüzlük nedeniyle, örneğin vakfın ve derneğin elinde bulunan yardım paralarına, sadakalara, zekatlara ya da kurban paralarına el konulacak olursa, bunun vebali büyük olur. 

Hep söylüyorum. Kurban gibi ibadetlerin, derneklerin bağış toplaması kapsamında değerlendirilmesi yanlıştır. Bu işler, yardım organizasyonu kapsamında değildir. Bu meseleler "dernek gelirleri alındı belgesi" ile ya da "bağış makbuzu" ile halledilebilecek meseleler değildir. Bunlar, vekaletle iş yaptırma kapsamındadır.
Nasıl ki ticari hayatta ve iş hayatında bir firmaya iş yaptırılıyorsa, iş yaptırırken sözleşme yapılıyorsa, nasıl ki bir binanın ya da caminin yapımını üstlenen müteahhitle sözleşme yapılıyorsa, nasıl ki bir GSM şirketinden alınacak 20-30 liralık bir tarifenin bile bir sözleşmesi varsa, işte kurban organizasyonları da böyle bir sözleşme gerektirir.

Umarım vakıflar ve dernekler durumun farkına varırlar ve bir kaza olmadan tedbirlerini alırlar.

BUGÜNÜN İSLAMINI KİM ANLATACAK?

İlahiyat fakültelerinden mezun olanlar; din görevlisi, din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeni, vaiz, müftü... oluyorlar mı? Evet.

Bu görevlerde, muhataplarına İslam inancını, ahlakını, namazı, orucu, zekatı, helalleri ve haramları... anlatacaklar değil mi? Evet.
Öyleyse daha fakültedeyken, dinî konuları günümüze hitap edecek şekilde öğrenmiş, birçok soruyu aşmış ve başkalarına da öğretecek seviyeye gelmiş olmaları gerekmez mi?

Bugünün inanç sorunlarına ve sorularına dair yüzlerce cevapları olmalı. Sadece tarihte tartışılan meseleleri bilmek yetmez. Zira tarihte yaşamıyoruz, bugünde yaşıyoruz. Mesela tarihteki düşünürlerin, ateizm ve deizm hakkında neler söylediğini bilmek yetmez. İnanç karşıtı kesimlerin bugün hangi söylemlere sahip olduklarını, hangi iddianın hangi farklı düşünceye ait ipuçları barındırdığını bilmek ve bunlara karşı dinî açıdan cevaplara sahip olmak gerekir.
Nasıl ki, bir doktor bir hastalığın bugünkü haliyle mücadele ediyor, mesela gribin bugünkü teşhis ve tedavisiyle meşgul oluyorsa, bir ilahiyatçı da dinî konuların güncel boyutunda teşhis ve çözümlerle uğraşmalı. Tarihteki bir sorunun teşhisine ve çözümüne takılıp kalan ve bugüne gelemeyen kişi, bugünün insanına hizmet edebilir mi?

Her ilahiyatçının, güncel inanç meselelerine dair, ibadetlerin güncel boyutlarına dair, hac ve kurban organizasyonlarının güncel problemlerine dair cevapları olmalı. Fakülteden mezun olan kişi, çeşitli mesleklere göre zekatı ve öşrü hesaplayabiliyor olmalı. Piyasadaki ürünlerin ve işlerin, hangilerinin dinen helal hangilerinin dinen haram olduğuna dair geniş bilgisi olmalı. Bugünkü yaşamda nelerin ahlaki nelerin gayriahlaki olduğuna dair bakışı netleşmiş olmalı.

Bir ilahiyatçı, insanların psiko-sosyal yönden güncel sorunlarını bilmeli ve bunlara karşı önerebileceği manevi reçeteleri olmalı, manevi rehberlikte de liyakat kazanmış olmalı.

Kısacası, bugünün insanlarına din anlatacak kişinin, tarihteki İslam'ı değil bugünkü İslam'ı anlatması beklenir. Dinî soruları ve sorunları değil, dinî cevapları ve çözümleri anlatması beklenir.

Bir de şu var. Yazıda ilahiyattan bahsettim. Buna bakıp da bugün kurs, medrese vb. isimlerle anılan yerlerdekileri hariç tuttuğum zannedilmesin. Zaten onlar da resmi görev almak için, ilahiyattan geçmek zorundalar ve öyle de olmalı. Zamanımızda ilahiyat görmemiş birinin, bugünü anlaması ve bugünün insanına din anlatması neredeyse imkansızdır. Hem dinî ilimlerin bugünkü meselelerini öğrenmek hem de din alanında bugünün insanına hitap edebilecek şekilde yetişebilmek için ilahiyat okumak, olmazsa olmaz bir şarttır.

Allahu a'lâ ve a'lem.

Dr. Bilal ESEN



DÜŞÜNCE DÜNYASINDA "FARKLI" BİR HAVA SOLUYALIM DERKEN...

Hep aynı havayı solumak sağlıklı değil. Bulunduğumuz ortamı ara sıra havalandırmamız, havayı değiştirmemiz lazım.
Bu böyle olmakla birlikte, hava değişiminde dikkatli olmalı.
Hava gelsin diye açtığımız pencere, başkasının bacasının dibindeyse oradan ancak duman soluruz. Başkasının lağımına açılan pencere de yarardan çok, zarar getirir.
Penceremizin nereye baktığına ve konumumuza dikkat edelim. Aksi halde "farklı" hava soluyalım derken büsbütün zehir soluruz, maazallah!

Sonra bir de şu var. Pis hava bazı insanlarda alışkanlık yapıyor. Sigara dumanı gibi bağımlılık yapıyor. Kendini kaptırmış sürekli zehir soluyor ama hâlâ, en iyi oksijeni ben alıyorum, zannediyor. Bir de kalkmış etrafına akıl vermeye çalışıyor.
Kendini zehirleyenin, başkalarına nasıl faydası olsun!

Sürekli kenarda yaşayanlardan değil bazen ortada buluşanlardan olalım.

Allah (c.c) insanı yarattı ama başıboş bırakmadı.
Keyfince yaşa, demedi, bir din gönderdi, dini açıklamak ve nasıl uygulanacağını göstermek için peygamberler gönderdi, sınırlar koydu.
Sınır koymak Allah'a ait. Yaratmak da emretmek de O'nun işi.
Allah'ın koyduğu sınırları zorlayanlar, sürekli "farklı okuma" peşinde koşanlar ve hep uçlarda gezinenler, bir süre sonra uçuruma yuvarlanıveriyorlar.
Ne demişler, su testisi su yolunda kırılır.
Sürekli kenarda yaşayanlardan değil bazen ortada buluşanlardan olalım. Hatta çoğu zaman ortada buluşabilsek daha güzel olur. Dostlarımız hakikate çağıranlardan olsun. Kenara fazla gittiğimizde ya da ayağımız kaydığında bizi ortaya çeksinler, uçurumdan korusunlar.