MİLLET VARLIĞINI TEHLİKELERDEN KORUYUP YARINLARA TAŞIYABİLMEK İÇİN

Bugünlerde millet varlığımızın geleceği hakkında çeşitli sesler yükseliyor. Kimileri endişelerini ortaya koyuyor, kimileri kendilerini milletin varlığı için bir teminat olarak gösteriyor. Bu esnada bir çok kimse bir-iki konuya takılıp kalmış gibi bir görüntü veriyor.

Mesele elbette hepimizi ilgilendiriyor. Tarihteki müslümanlar da buna kafa yordular ve teoriler oluşturdular. 
Mesela, ahlak ve siyaset alanındaki kitaplarıyla tanınmış bir âlim olan İmam Maverdî'ye (ö. 450/1058) göre, dünya işlerinin düzgün gitmesi ve toplumsal düzenin bozulmadan devam ettirilebilmesi şu altı temelin bulunmasına bağlıdır: 
1) Kendisine uyulan bir din (دِينٌ مُتَّبَعٌ)
2) Güçlü bir siyasî otorite (سُلْطَانٌ قَاهِرٌ)
3) Kapsamlı adalet (عَدْلٌ شَامِلٌ)
4) Genel güvenlik (أَمْنٌ عَامٌّ)
5) Daimî verimlilik/üretim (خِصْبٌ دَائِمٌ)
6) Büyük bir ümit (أَمَلٌ فَسِيحٌ)
(Mâverdî, Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn, I, 133)

Listeyi güncellersek belki buna başka şeyler de ilave edebiliriz. Fakat sayılan maddelerin her birinin lüzumunda bir şüphe yok.

Yarınlar için plan yapanlar, bu listeye bakıp da, nerelerde bir eksiğimiz var, diye düşünürlerse umarım gelecek daha güzel olur.
Ama bunlardan biri için diğerlerini feda etmeye çalışanlar varsa, onlar bu toplumun temellerine zarar vermiş olurlar ve uzun vadede getirecekleri bir hayır yoktur.

26.02.2019
Bilal Esen

MÜSLÜMANCA BİR DURUŞ İÇİN

"İman edip sonra inkâr edenleri, sonra yine iman edip tekrar inkâr edenleri, sonra da inkârlarını arttıranları Allah ne bağışlayacak ne de onları yolun doğrusuna iletecektir.
Münafıklara haber ver ki, onlar için acı bir azap vardır!
Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet yalnızca Allah’a aittir.
O size kitapta şunu indirmiştir: Allah’ın âyetlerinin inkâr edildiğini yahut onların alaya alındığını işittiğiniz zaman, onlar başka bir söze geçmedikçe kendileriyle beraber oturmayın; aksi takdirde şüphesiz siz de onlar gibi olursunuz. Allah elbette münafıkların ve kâfirlerin tamamını cehennemde bir araya getirecektir."
(Nisâ Sûresi 137-140. ayetler)

İLAHİYAT ALANINDA GÜZEL ŞEYLER OLUYOR

Bugünlerde umut verici gelişmelere şahit olduğumuzu düşünüyorum. İlahiyat alanındaki aykırı sesler bile şimdiye kadar dile getirdikleri bazı fikirlerle deizmin ve ateizmin değirmenine su taşımaya alet edildiklerinin artık farkına vardılar, söylemlerini yeniden gözden geçirmeye başladılar.

Bu tespiti yaparken maksadım, koskoca bir camiada hiç bir güzellik bulamamış da birkaç ihtida (!) öyküsüne sarılmış bir görüntü vermek değil. Fakültelerimizde tabii ki güzellikler ağırlıktadır ve aldığımız eğitimde bize en ufak bir hayrı dokunanlara minnettarız.
Şu da var ki, sessiz çoğunluğu bir yana bırakırsak, sesini yükseltmekle maruf bazı akademisyenlerin son zamanlardaki fren seslerini duymamak ve yola bıraktıkları lastik izlerini görmemek bir eksiklik olur. Bu sesler ve izler öyle sanıldığı gibi çevre kirliliğine yol açmıyor. Bunlara şahit olmanın ayrı bir güzelliği var.

Neler oldu peki?
Başta o aykırı sesler olmak üzere neredeyse bütün ilahiyatçılar, son zamanlarda, kendilerinin ileri sürdüğü bazı "yenilikçi" fikirlerin deizme yaradığını gördüler ve bundan beri olduklarını belirten açıklamalar peş peşe gelmeye başladı. Belki deizmle ilgili bir derneğin kuruluş bildirgesinde bazı ilahiyatçıların referans gösterilmiş olması, belki de tarihselcilik adına ileri sürülen bazı görüşlerin, ayetlerin ahlaka aykırılığını iddia edecek ve Kur'ân'ı beşer sözü sayacak kadar ileri gitmiş olması bu noktada tetikleyici oldu ve "dinin güncellenmesi" meselesiyle deizm arasına mesafe koymaya yönelik biraz da mahcubiyet içeren tespitler artmaya başladı.

Aykırı görüşleriyle tanınan kimi akademisyenler, yenilikçi olsalar da tarihselci olmadıklarını, kimileri tarihselci olsalar da deizme kayan tarihselcilerden olmadıklarını beyan eden yazılar yazdılar, yazıyorlar. Bu yazıların önemli bir kısmı sosyal medya paylaşımları biçiminde. Temennimiz bunların akademik makalelere ve kitaplara da dönüşmesi.

Fazlurrahman'ın fikirlerini Türkiye'ye getiren ve yayan kimseler dahi, bazı tarihselcilerce ileri sürülen uç iddialardan rahatsız olmuş durumdalar ve şimdilerde fazlurrahmancılığın deizmden farkını ortaya koymaya çalışıyorlar.
Gerçi problem sadece deizmden sakınmakla bitiyor mu? Çünkü bizim geleneğimize göre sakıncalı işler sadece deizmle nitelenmiyor, bununla sınırlı değildir. Ehl-i bid'atın bid'atından başlayıp fısk, haram, kebîre, sağîre ve mekruh diye devam eden nitelemeler de var. Bu kavramların da bize söylediği birşeyler var. Geleneğimiz ya hep ya hiç diye bir kısırlığı bize dayatmış değil. Sayılan kavramlar ve benzerlerinden her biri, sakıncalı işler yapanlara yönelik tepkinin veya kucaklamanın ne derece olacağına dair işaretler veriyor. Yelpazenin iki ucu arasındakine benzer dereceler ve kademeler kabul edilmiş. Aksi yöndeki iddialar haksızdır. Münkerler detaylı ayırımlara tabi tutulduğu gibi maruflarda da kısır bir ikilik yok. Farzı var, vacibi var, müstehabbı... var.

Son günlerde yaşananlarla ilgili umudumuz, bu rüzgardan, aykırı seslerin tümünün etkilenmesi, yarardan çok zarar getiren tartışmaların bırakılması,  İslam'ın ve müslümanların sesini yükseltecek yerde deizmin sesi haline gelmekten vazgeçilmesi.
Onlardan, üfürükçülerin nefesine, kahinlerin safsatalarına inanmalarını veya tekkede el alma merasimine dahil olmalarını beklemiyoruz. Ama haklarında ne doktorlar ne profesörler teşhis koymuş, buna bir baksınlar da pansumandan kaçmasınlar istiyoruz. İleri sürdükleri görüşlerin vehametini ortaya koyanlara kızıp onların kişiliklerine saldırmalarının ve hakaret etmelerinin kimseye bir faydası yok. Sövüşmeyi bir ilahiyat dili haline getirmek, bu alandaki bütün kazanımların heba olmasına yol açacak bir potansiyeli barındırıyor.

Sözün burasında bir dua etmek geldi içimden. Yüce Allah'tan hastalıklarımıza şifa, dertlerimize devâ, ümmet-i Muhammed'in gençlerine ve tüm fertlerine kavî iman nasip etmesini diliyorum.

07.02.2019
Bilal ESEN