TARİHSELCİLİK ve NESH MUKAYESESİNE DAİR KÜÇÜK BİR NOT

Günümüzde tarihselciliği savunanlardan bazıları, Kur'an'da nesh meselesiyle ilgili olarak, hangi ayetlerin hangi ayetleri neshettiğine ilişkin Allah'ın açık bir beyanı bulunmadığını, mensuh ayetlerin sayısı konusunda geçmişteki alimler arasında birden fazla görüşün ortaya çıktığını ve nesh konusunun tam manasıyla yorum/ictihad konusu olduğunu söylemektedirler. Bu tespiti şu sonuca ulaşmak amacıyla yapmaktadırlar: Madem ki neshte re'y ve ictihadın rolü vardır, öyleyse tarihselcinin de kendi yorumu ve ictihadına dayanarak ayetleri neshetmesi/hükümlerini kaldırması mümkündür.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, geçmişteki alimlerin nesh ile ilgili görüşlerinden ve neshte re'yin de devreye girip girmediği tartışmasından yola çıkarak yukarıdaki çıkarımı yapmanın yerinde olmadığı açıktır. Çünkü böyle bir çıkarımda, ayetin ayeti neshi değil, kişisel aklın/re'yin ayeti neshi gündeme getirilmiş olmaktadır. Ayetler arası neshte, nâsih ve mensuhtan oluşan iki tarafta da birer ayet bulunur ve bunlardan birinin diğerini neshettiğine dair bir alametin bulunması gibi bazı şartlar aranır. Akıl, bu iki ayetin dışında üçüncü bir unsurdur ve yorumlayıcı roldedir. Tarihselci ise bir tarafa ayeti diğer tarafa kişisel aklını koymaktadır. Yani kendi aklını, birbirine zıt gözüken iki ayeti yorumlayan üçüncü bir unsur olarak değil bir ayetin hükmünü tamamen kaldıran bir delil, neshin bir tarafını oluşturan ikinci bir unsur olarak görmektedir.

Bundan da öte, son zamanlarda tarihselcinin asıl sorunu, hükmünü kaldırdığı ayeti Allah'ın sözü değil Peygamberin sözü saymasıdır. Böylece, deyim yerindeyse, ayetin ayetliğini yok saymış oluyor ve geriye neshedilecek bir ayet de kalmıyor. Örneğin tarihselci, savaş ve cihadla ilgili ayetlerin Allah'ın ahlakiliğine yakışmadığını, Mekke döneminde ehl-i kitabı öven Allah'ın Medine döneminde iken onlara savaş ilan etmesinin çelişkili olduğunu söylemekte ve böyle bir çelişki Allah'a yakışmayacağına göre bu tür meselelere yer veren savaş ayetlerindeki dilin/lafzın Peygambere ait olduğunu iddia etmektedir ki, bu iddia nesh meselesinden apayrı bir konudur. Esasında sözkonusu iddialarda, sadece ayetin diline/lafzına itiraz yoktur, anlamına da itiraz vardır. Çünkü savaş emri başka bir lafızla ifade edilse de sonuç aynı olacaktır. Kıtâl da denilse harp de denilse sonuçta ayet, karşı tarafla ölümüne çarpışmayı emrediyor olacaktır. Tarihselci, savaşa itiraz ettiğine göre doğrudan manaya ve ayetin hükmüne itiraz etmektedir. Dolayısıyla tarihselci yorumun sadece Kur'an'ın lafzı konusunda farklı bir yaklaşım içinde olduğunu söylemek isabetli olmayacaktır.

Bir başka açıdan tarihselci, yukarıdaki iddialarıyla Peygamberi de itham etmekte ve bazı ayetlerin Allah'ın rızası dışında ve O'na rağmen Peygamber tarafından formüle edildiğini ve Kur'an'a sokulduğunu ima etmiş olmaktadır. Zaten tarihselci, Medine dönemindeki ayetlerin geneline karşı farklı bir yaklaşım içindedir ve bu dönemdeki hükümlerin ahlakî tekâmül bakımdan "sapma ve duraksama"ya sebep olduğunu ileri sürmekte, Mekke dönemindeki hükümleri "daha derinlikli ve ahlakî içerikli" bulmaktadır. Tarihselci, bir başka söyleminde de vahyin mahiyet bakımından genel/küllî/tümel olduğunu, vahiyden tikel ayetler oluşturma faaliyetinin ise bizzat Peygamber tarafından yapıldığını ileri sürmektedir ki, bu söylem Mekkî ayetler de dahil bütün Kur'ân'ı Peygamber sözü saymaya varacak bir genellemeye ve bilinçli muğlaklığa sahiptir. Muğlaklık diyoruz, çünkü tarihselcilerin söylemlerinin tutarlı bir sistemden yoksun olması ve kimi zaman kapalı veya çelişkili kimi zaman da din karşıtlığını temsil eden en aykırı fikirlere yol verecek biçimde açık uçlu olması sadece "dindaş"ları tarafından değil bizzat kendi fikirdaşları tarafından dahi eleştirilmektedir. Bu uç söylemlerin deistlerin fikirlerine  yaklaştığını söyleyen de yine başka bir tarihselcidir.

Kur'ân'ı veya bazı ayetlerini Allah'a izafe etmekten vazgeçip Peygambere izafe etmek, ayetin ayetliğini kaldırmaya çalışmaktan başka bir şey değildir. Bu aşamadan sonra tarihselci, Peygamber sözü haline getirdiği sözkonusu ayetlerin hükmünü kaldırmak için başka bir nâsih ayet bulma ihtiyacı hissetmemiş oluyor. Çünkü Peygamberin/beşerin sözünü re'yle ortadan kaldırmak, ona göre daha kolaydır. Belki de bu noktada sünnet ve hadis inkarcılarının argümanlarının da onun imdadına yetişeceğini düşünmektedir.

Kısacası tarihselcinin yaptığı faaliyet, iki ayetin birbirini nesh etmesinden ve bu neshte ictihadın rol oynayıp oynamadığından çok farklı bir şeydir. Ayeti ayetlikten çıkardıktan sonra nesihten de re'y ve ictihaddan da söz etmek anlamsız hale geliyor. Kaldı ki, ayeti ayetlikten çıkarmak için ictihad etmenin kabul edilmez oluşu bir yana ayetin varlığı halinde dahi ona karşı ve ona rağmen ictihad yapılamayacağı hususu, ictihad teorisinin en temel ilkelerindendir.

Tarihselci yorumun neshle mukayesesinde şunu da gözden kaçırmamak gerekir. Neshte, tarih bakımından sonra gelen bir ayetin önceki ayetin hükmünü kaldırması söz konusu iken tarihselciler bunun tam tersini iddia etmekte ve tarih bakımından daha sonra gelen Medenî ayetlerin hükümlerini bırakıp yalnızca daha önceden gelen Mekkî ayetlerin hükümlerinin esas alınabileceğini söylemektedirler. Hatta bazı tarihselciler Mekkî ayetlerin dahi evrensel olmadığını Peygamberin risaletinin bütünüyle yerel ve tarihsel olduğunu iddia etmektedirler ki, bu, günümüzde dikkate alacağımız bir vahiy bulunmadığını ve her alanda yola tamamen beşer aklıyla devam edileceğini öngörmekte olup farklı bir bağlamda ayrıca tahlil edilebilir.

Son olarak, bir noktaya da temas etmiş olalım. Tarihselciler arasındaki bu görüş ayrılıklarına rağmen onlar hakkındaki herhangi bir değerlendirmenin de genelleme içerdiği söylenebilirse de, bu tür değerlendirmelerde gündemde öne çıkan ve tartışılan tarihselci savların merkeze alındığı bellidir. Bu yazının amacı, tarihselci yorumu neshe benzetenlerin sağlıklı bir mukayese yapmadıklarını tasvir etmekle sınırlıdır.

30.01.2019
Bilal ESEN


TEK MAHARETİN YIKMAKSA...

Elinde tuğlan ve harcın, en önemlisi de inşâ kabiliyetin yoksa içinde yaşadığın binayı yıkmaya da onarmaya da kalkma. Bırak, olduğu gibi kalsın.
Senin virane zannettiğin yapı, nicelerinin rüyası, nicelerinin huzurlu yuvası.
Bir de gönlüne bak. Belki de asıl sorun, oranın virane olması.

"HOCA"LAR TÜRLÜ TÜRLÜ

Şu zamanda "hoca" diye anılanlardan;

a) Kimisi balarısı gibi. Çayırların, bayırların, dağların ve ovaların en temiz yerlerinde geziyor. Bin bir çiçekten en güzel özleri topluyor, bal yaparak size sunuyor.

b) Kimisi de sivrisinek gibi. Hep bataklıklarda dolaşıyor, nerden bir kötü koku alsa oraya konuyor. Sonra da gelip bütün mikrobunu size bulaştırıyor. 

Tercih sizin.
"Dininizi kimden aldığınıza dikkat edin!"

17 Ocak 2019
Bilal Esen

AKADEMİK ÖZGÜRLÜK MÜ?

Farz edelim ki, kuzu eti almak için para verdiğiniz bir kasap size domuz eti vermiş. Eve gittiğinizde veya eti yedikten sonra gerçeği öğrendiniz. Bu durumda o kasap, "kimse bana karışamaz, benim özgürlüğüm var" diyebilir mi? Burada mesele "domuz eti satma özgürlüğü" meselesi midir? Yoksa bir aldatmaca meselesi mi? Aldığı paranın hakkını vermemek ve dürüst olmamak ahlaksızlık değil de nedir?

Peki, çocuğunuzu gönderdiğiniz okulda, İslam'ı anlatması ve öğretmesi gereken bir din hocası, faraza, İslam'a tamamen aykırı fikirleri İslam diye anlatıyor ve deizm propagandası yapıyor olsa, burada mesele ifade özgürlüğü ve "akademik özgürlük" meselesi midir yoksa...?

Velhasıl, akademik özgürlük meselesini iyi düşünmeli.

KEM SÖZ SAHİBİNİNDİR, SÖYLEYENİN SEVİYESİNİ BELLİ EDER

Bir âlime: “Bazıları senin hakkında hep kötü konuşuyor ama sen onlar hakkında iyi şeyler anlatıyorsun?” denildi. Âlim cevaben dedi ki: “Herkes kendi yanında ne varsa, onu dağıtır.”

(el-Ecvibetül-müskite, s. 66 (332).


TARİHSELCİLİK TARİHSELCİLİĞE KARŞI ya da TARİHSELCİLİK - DEİZM İLİŞKİSİ

Tarihselcilik adı altında deizm propagandası yapıldığı yönündeki kuşkular artıyor. Nitekim bugünlerde bir tarihselci yazarın bile diğer tarihselcileri tenkit ettiğini ve onların fikirlerinin deistlerin fikirlerine yaklaştığını belirten bir gazete yazısı kaleme aldığını görmüş bulunuyoruz. Arada "biraz" fark olduğunu söyleyen söz konusu yazar, bir tarihselcinin, tarihselciliği kendi tekelindeymiş gibi göstermesini ve "ben onu cami avlusuna bırakılmış buldum ve tebenni ettim/evlat edindim" demesini de eleştiriyor. Yazar, deizme kayan tarihselciliğin Fazlurrahman çizgisinden bir ayrılış olduğu tespitini yapmakta ve bu kopuşa karşı tepkisini facebook paylaşımlarında da sürdürmektedir:
"Deizm"e kayan tüm zevatın, Fazlurrahman'ın teorisyenliğini (teolojisini) yaptığı "Tarihsel Yaklaşım" metodolojisi ile hiç bir ilgisi yoktur. Merhumun bütün çabası, Kur'an'ı ve İslam'ı çağın seküler istiğnasına karşı bir mukabele (karşı meydan okuma) olarak vazetmektir. Dürüst ve namuslu olan herkes, bunu böyle bilmesi gerekir." (Kaynak )

"Allahı gereği gibi takdir edemeyip: "Allah, bir insana (peygamber) bir şey (vahiy) indirmemiştir." (6/91) diyen cahiliyye dönemi "Deist"leri ile bugünküler ve bizimkiler arasında ne fark var?" (Kaynak)
"Tarihselcilik, Fazlurrahman'ın ve muakkiplerinin çalışmalarında gayet net olarak ortaya konduğu gibi, Kur'an'ı indiği Antropolojik-Sosyolojik ve Politik İktisat(Tarihsel) koşullarında anlamaya çalışır. Kur'an'ı veya ayetleri "eleştirmez". (Kaynak: Bir önceki alıntının alt kısmında yazarın kendine ait yorum)
Bu alıntılardaki cümlelerin, ahlaka aykırı ayetler bulunduğunu söyleyerek adeta Kur'ân'ı eleştiren ve Kur'ân'ı Allah'ın sözü değil Peygamberin sözü sayan tarihselcilere bir reddiye olduğunda şüphe yoktur. Hatta yazar daha açık bir ifade kullanarak, yukarıda ilk alıntı olarak yer verdiğimiz paylaşımının altındaki yorumlardan birini şöyle cevaplıyor:
"Bu tip kanaatler, boş lakırdılardır. Allah, defaale vahy cümlelelerinin kendisine ait olduğunu söylüyor. Buna ya inanırsın veya inanmazsın. Kimse o özel ilşikiye muttali olamıyacağı için fikir/yorum beyan edemez. Ederse de boş konuşmuş olur vesselam."
Tarihselciliği tarihselcilerden korumaya çalışan yazara göre, tarihselliği savunanların, teoriyi dört başı mamur bir şekilde ortaya koyamamış olmaları, karşı eleştirilere alan açmıştır. Bu noktada yazar şu benzetmeyi yapıyor: “Ürmesini bilmeyen it, yatağına kurt çağırır.”

Görüyoruz ki, tarihselci fikirdaşlar birbirlerini, başkalarının eleştirmediği biçimde eleştiriyor ve deizme yaklaşmakla itham ediyor ki, bunun tercümesi, İslam dairesinden dışarı doğru gidiyorsunuz, fren yapın, demektir. Çünkü deizmden kastın ne olduğu taraflarca malumdur. Bilmiyoruz belki de bu bir aforoz tehdididir ama henüz tarihselcilikte böyle bir yetki olduğundan haberdar değiliz.

Tarihselciliği korumaya çalışan yazarın, "tarihselciliğin çöküşü"nden bahsedenleri de yanılgı içinde olmakla eleştirdiği söylenebilir. Fakat bizim coğrafyamıza ithal edilen tarihselciliği, propagandasını yapanların dilinden anlamaya çalışanların bir kusuru olmadığını düşünüyoruz. Tarihselci anlayışın mahiyetinin ve maksadının ne olduğu konusunda önce tarihselciler kendi aralarında bir anlaşabilirlerse kendilerinin mi yoksa onların fikirlerini tasvip etmeyen müslüman çoğunluğun mu yanılgı içinde olduğu meselesine ancak o zaman sıra gelir.

Şu durumda tarihselcilerin, gelen eleştiriler sebebiyle birbirlerini sorgulamaya başladıklarını görmek "akademik özgürlük" bakımından ümit verici gözüküyor. Gelinen noktada tarihselci görüşlere katılmayan ilahiyatçıların da en az, tarihselciliği korumaya çalışan yazar kadar "cesur" olmalarını beklemek haksız bir talep değildir, diye düşünüyorum.

Tarihselciliği korumak adına diğer tarihselcileri eleştiren söz konusu gazete yazısını okumak isterseniz: http://m.karar.com/gorusler/tarihselcilige-dair-yanilgi-1083029

("Tarihselciliğin Çöküşü" başlıklı yazımı okumak isteyenler blog sayfamdan okuyabilirler: https://bilalesen.blogspot.com/2018/12/tarihselciligin-cokusu.html )


13.01.2019
Dr. Bilal ESEN




AÇIKLAMA: YÖRÜNGE DERGİSİNİ ve YÖNETİCİLERİNİ KINIYORUM

Değerli dostlarım,
Tarihselciliğin Çöküşü başlıklı yazıma, bir gazete köşesinden eleştiri yöneltilmiş. İçerikle ilgili cevap hakkımı ileriye bırakarak şimdilik şunu belirtmek isterim ki, blog sayfamda bu başlıkla yer alan yazım, benden habersizce ve izinsizce YÖRÜNGE isimli bir derginin hem internet sitesinde yayınlanmış hem de matbu olarak piyasaya sürülmüştür. Durumu haber aldıktan sonra e-posta yoluyla o dergiye ulaştım. Yazımın yayınlanmasına hiçbir şekilde rıza göstermediğimi belirttim ve gereğini yapmalarını istedim. Bunun üzerine kendisini derginin genel yayın yönetmeni olarak tanıtan biri, nasıl olsa ileride izin alırım düşüncesiyle yayınladığını ifade eden hiç inandırıcı bulmadığım bir e-posta gönderdi. Halbuki kendisiyle de dergiyle de bugüne kadar hiçbir tanışıklığım ve ilişkim olmamıştır.
Aşağıdaki fotoğrafta görüldüğü üzere, söz konusu dergi, blog sayfamdaki yazıyı kendi manşeti ve kapak yazısı olarak takdim ettiği gibi şahsımı da kendi yazarlarından biri gibi göstermiştir. Aynı sayısında tarihselci Mustafa Öztürk ile de bir röportaj yayınlayan bu derginin, fikren birbirine zıt iki yazıyı hem de usulsüzce ve izinsizce bir araya getirerek ne yapmak istediğini de anlamış değilim.
Yayın ahlakı ve hukukuyla bağdaşmayan bu tavrından ötürü YÖRÜNGE dergisi ile yöneticilerini kınıyor, yaptıkları yanlışı bir an önce telafi etmelerini bekliyor ve anılan ihlal sebebiyle hukuki haklarımı saklı tuttuğumu belirtiyorum.
(Tarihselciliğin Çöküşü başlıklı yazımı okumak isteyenler blog sayfamdan okuyabilirler: https://bilalesen.blogspot.com/2018/12/tarihselciligin-cokusu.html)

05.01.2019
Bilal ESEN