Aceleyle üretilen ucuz (!) fetvalar

KRAVAT SEÇMEK İÇİN AYRILAN ZAMAN NE KADAR?
FETVA ÜRETMEK İÇİN AYRILAN ZAMAN NE KADAR?
Fen bilimlerinde bir bilimsel sonucu elde edebilmek için birçok araştırma ve defalarca deney yapılır. Belki onlarca, yüzlerce deneyden sonra karara varılır. Sosyal bilimlerde ileri sürülen tezlerin de çok çeşitli araştırmalara, bulgulara dayanması gerekir.
Peki, din konusunda fetva verenler ve ahkam kesenler, bu hükümlerini kaç araştırmaya dayandırıyorlar? Kendileri o fetva için ne kadar zaman ayırıyorlar acaba?
Bir kravat almak için üç ayrı mağaza gezen, bir ayakkabı almak için birkaç hafta boyunca mağaza mağaza dolaşanlar, bir fetvayı sadece 3-5 dakikada üretebiliyorsa, onlara sadece Allah'tan korkmalarını söylerim.



İLİMDEN BAŞKA RÜTBE ARAYAN SÖZDE İLİM ADAMLARIYLA NEREYE VARABİLİRİZ?

Güncel dinî bilgi üretmesi gerekenlerin, yani elini taşın altına koyması gerekenlerin, boş hevesler peşinde koştuklarını ve sonra da başkalarını eleştirdiklerini görmek ne kadar hayret verici!
En başta makam-mevki beklentisi, bulunduğu konumu ve geleceğini garantiye alma gibi amaçlar, ilmi çalışmaları bulandırıyor, ilmi toplantılarda reklam ve gösteriş hakikatin önüne geçiyor. Asıl çözümlenmesi gereken konudan çok toplantının medyada nasıl haber olacağına önem atfediliyor maalesef. Katılımcılar sözlerinin hak olmasını değil hangi kişiyi memnun edeceklerini önemsiyorlar. Birbirlerini ölçmekle veya kollamakla vakit geçiriyorlar, desek daha doğru olur herhalde.

Geçmişte güncel meselelere ilişkin yapılan sempozyum ve toplantılara davet edilenlerden bir çoğunun, hiçbir ilmî hazırlık yapmadan oralara gittiklerini, göstermelik bir kaç lafla işi geçiştirdiklerini çok defa gördük, duyduk.
Hatta öyle sahneler yaşanıyor ki, aylar öncesinden kendisine araştırma konusu verilmiş sözde ilim adamı toplantıya gelip "hiçbir hazırlık yapmadım ama şöyle bir cümle söyleyeyim de tartışılsın" deyip başlıyordu konuşmaya. Halbuki ümmet ondan bir kaç cümlelik net reçete bekliyordu. Bilmem hangi modern merkezde onbinlerce liraya mal olan o toplantı, işin neticelenmesini, karara bağlanmasını kolaylaştırmak için tertip edilmişti. Bu kadarı da yetmiyor, aynı mahiyetteki başka bir ilmi toplantıda o zat yine baş köşede. Fesübhânellâh!

Söz konusu toplantılar çözüm üretmek için değil kafa karışıklığını artırmak için yapılıyor sanki. Bir kısım zevât bugüne kadar yaptığı ilmi (!) çalışmalardan yararlı hiç bir sonuç elde edememiş olacak ki, o toplantılarda kafa karışıklıklarını ve bunalımlarını ortaya döküyor fakat neticeye ilişkin zerre kadar bir inisiyatif alamıyorlar. Ne o tarafı tercih ediyorlar ne bu tarafı. Mesele çözüm üretmek değil, laf kalabalığı yapmaktan ibaret kalıyor. Dostlar alışverişte görsün hesabı. Bir fikre azıcık eğilim gösterdiğinde de, ne kadar yüzeysel kaldığını, ciddi bir araştırmaya dayanmadığını, basit ve derinliksiz olduğunu görebiliyorsunuz. Sokaktaki sıradan bir vatandaşın konuşmasından farksız, aceleci, ön yargılı ve peşin hükümlerle sonuç alınacağı zannediliyor. Bir de o toplantıyı düzenleyenler, toplantı ortamını, zamanını ve şartlarını, gerçekten bir netice almaya dönük olarak mı hazırlamışlar? O da ayrı bir konu. Oradan çıkacak fikirlerin kalitesine önem veriliyor mu sorusunun cevabı karışık. Sonra o ucuz fikir ya da fikirler not ediliyor ama bir türlü halka ulaştırmaya cesaret edilemiyor. Çünkü o fikirler, sahiplerinin kendi vicdanlarını bile tatmin etmiyor ki, nerede kaldı ümmete merhem olsun.

Bu sonuç sadece problemlerin karmaşıklığından mı kaynaklanıyor? Hayır! Katılımcı statüsünde olup da bu tür birleşimlere gelenlerin acaba kaçı daha önceden o konuda yeni bir şeyler okuyarak, araştırarak geliyor? Adam güya çok büyük ilim adamı da cepten yiyecek! Halbuki ağzını açtığı zaman, doğrudan kendi ilim dalını ilgilendiren hususlarda bile bir sürü gaf yapıyor. Söyleyeceği cümleleri önceden tartmamış, bu sözlerin konuşulan meseleyle alakasını kuramamış ve hatta aktardığı sözde bilgilerin doğruluğunu test etmemiş.

Mesela son zamanlarda artık bana baygınlık veren bir örnek zikredeyim de meramım daha iyi anlaşılsın. Sözde ilahiyatçı bir kısım insanlar, evlilik ve aile ile ilgili her toplantıda Osmanlı Hukuk-i Aile Kararnamesi'nden bahsederler. Bu kararnamede evlilik yaşının asgari 17-18 olduğundan övünerek söz ederler. Dinimizde küçüklerle evlenme yoktur, diye nutuk atarlar. Sorsan kendileri fıkıh alanında da acayip uzmandırlar. Güya yüz yıl önceden örnekler verirler. Bir de ilave edip "Biz daha fıkhın o dönemdeki seviyesine bile gelememişiz! Nedir bu halimiz?" demiyorlar mı? Çileden çıkıyorum adeta. Yahu gidip o kaynakları sen kendi gözünle gördün mü hiç? Hem de o alanın uzmanısın ya. Açıp baksaydın o kararnamede 9 yaş diye bir şeyden söz edildiğini de görecektin. Gerçeğin ne olduğunu anlayacaktın. O yalan yanlış bilgilerinle bir yerlere mesaj göndereceğine, çıkıp ciddi bir araştırma yapıp kendi fetvanı sıfırdan oluştursaydın daha iyi olurdu.
Yazık ki, bu tür kişilerin bilmediği o bilgileri, din karşıtı cenahtan bazı kişiler bile daha doğru yazıyor. Sonra da gelip bunlarla alay ediyorlar.

Kim, hangi davanın peşinde?
Araştırmalar neden niteliksiz?
Nasıl oluyor da bir ilim adamı kendi alanındaki kaynaklardan habersiz? Konuştukları medyanın popüler dilinden ibaret?
İslam adına fetva üreten başkalarını eleştirenlerin kendileri neden bu kadar yüzeysel? Hayatlarında bir fıkıh kitabını bile okumamış, müslüman halkın bir dinî sorusuna bile çözüm aramamış kimseler nasıl oluyor da fıkıh-fetva alanında lüzumsuz konuşabiliyorlar?

Bu nasıl bir hadsizliktir ki, kendi yapması gerekeni yapmayanlar, başkalarını eleştirebiliyorlar?

Eğer bu din onlara kalsaydı, belki de hiç bir zaman güncellenemezdi. Kendileri ölürler giderler ama İslam'ın hayata geçirilmesine dair hiç bir çözüm bulunamazdı. Zaten belki de onların amacı bu mudur, bilemiyorum. Nitekim çağımızda, dinimizi hayatın çeşitli alanlarından söküp atma gayretleri bütün hızıyla sürüyor. Her gün bir halka koparılıyor.

Elhamdülillah ki, elinden geldiği ölçüde bir şeyler yapmaya çalışan, ümmetin güncel problemlerine çözüm üretmeye çalışan bazı ilahiyatçılarımız var. Eksiklikleri ve kusurları olabilir. Ama bana göre onlar, yukarıda bahsettiğim kişilerden çok daha fazla duaya layıktırlar. Rabbim gayretlerini arttırsın. İlim mevkilerinde bulunup da ilimden başka bir rütbe arayışına girenleri ve ümmetin umutlarını boşa çıkaranları da Allah Teâlâ'ya havale ediyorum.

Kalbimin sesini kalbinizle dinlemeniz dileğiyle...



İslam'ın bugüne hitap edebileceğine inanmayanlar dinî hükümleri güncelleyebilirler mi?

Birkaç gün önce, bu kadar fakültenin "TARİHTEKİ İSLAM'ı anlatmak için kurulmuş olamayacağını ifade eden bir yazı yazmıştım. Tevafuk ki, bunun hemen ardından gündeme bir anda "dinin güncellenmesi" meselesi geldi
Burada asıl sorun şu: Dinin güncellenmesi işi, dinin tarihte kaldığına inananların yürüteceği bir iş midir?
Bütün hayatı boyunca din üzerinden konuşarak para kazandığı halde hayatında bir tane dahi güncel bir dinî görüş ileri sürmemiş, sürekli yüzeysel tartışmalarla uğraşmış, laf kalabalığı yapıp lafı dolandırmış ama bir tane bile güncel sorunla ilgili açık ve net bir hüküm üretememiş kişiler mi dini güncelleyecek?
Ümmetin arasına karışıp onların dertleriyle dertlenmeyenler, oturdukları fildişi kulelerden mi İslam'a hizmet edecekler?
Dinin teorisi üzerine sürekli ahkam kestikleri halde, halkın "şunu nasıl yapalım?" "bu caiz mi, değil mi?" gibi sorularından kaçıp sürekli topu taca atanlar, sıkıştıklarında da "ben fetvacı değilim" diyenler mi yapacak bu güncellemeyi?
Bir defa onlar, İslam'ın bugüne hitap edebileceğine dair bir inanca sahipler mi ki? İslam'ın günlük işlere, aileye, ticarete... hükmedebileceğine inanıyorlar mı ki?
Dinin güncellenmesi işini bunlar yapacaksa, vay halimize, demekten kendimi alamıyorum.



BU KADAR FAKÜLTENİN "Tarihteki İslam"ı ANLATMAK İÇİN KURULDUĞU KANAATİNDE DEĞİLİM

Türkiye'de din eğitimi veren kurumların yalnızca tarihi ve arkeolojik çalışmalar yapmak, yani "tarihteki İslam"dan bahsetmek üzere kuruldukları kanaatinde değilim.
Onlar bugünün insanına, problemlerini çözmede rehberlik edecek yeni bilgiler de üretmek zorunda.
İnançla ilgili, sosyal hayatla ilgili ve hatta psikolojik problemlere dair dinî çözümler üretemedikten sonra, bu konularda insanlara rehberlik edemedikten sonra bu kadar din eğitimi kurumuna ne ihtiyaç var?
Bugünün ilahiyatçısı, problemleri ilahiyat dışındaki bilim dallarına havale etmekle görevini savsaklayamaz. Aksi halde kendisinin varlığı tartışmalı hale gelir.
(Not: Ümmetin problemlerine güncel ve dinî çözümler üretmek uğruna gayret eden ilahiyatçılara müteşekkirim.)